-Devletin Mafyası mı Mafyanın Devleti mi?
Şu anda Sırbistan Cumhurbaşkanı olan Aleksandar Vucic’in Başbakan iken ülkesindeki Mafya’nın gücünden duyduğu rahatsızlıkla ilgili olarak söylediği ibretlik bir söz var:
“Normalde devletlerin Mafyası olur oysa bizde Mafyanın devleti var!”
Günlük hayatın reel politiğinde neredeyse her devlet bazı kirli işleri halletmek ya da bazı işlerde parmak izi bırakmamak için MAFYA tarzı yapıları kullanır.
Bu yapıları kullanan bürokratik güç de İSTİHBARAT olur doğal olarak.
Türkiye’nin yakın geçmişi incelendiğinde bu tür ilişkilerin hiç de gizlenmediği görülür.
Özellikle 90’lı yıllar mafya-devlet ilişkilerinde BAŞROL KİM? Sorusunun sıklıkla sorulduğu dönemdi.
Sakarya-Hendek-Sapanca Şeytan Üçgeni denilen yer “Uyuşturucu Baronları” olarak takdim edilen beş(5) önemli kişinin cinayetine sahne olmuş ve bir anda ülkede Milliyetçi Mafya dönemi başlamıştı.
Dönemin İç İşleri Bakanı olan Mehmet Ağar o zaman yaşananlara “Devlet adına bir operasyon yaptıkları” yorumunu yapmıştı.
Kısa bir dönem FETÖ operasyonlarından dolayı birkaç adım geride duran mezkûr mafya yapılanması, FETÖ’nün alternatif geliştirememesi nedeniyle kısa süre sonra yine sahne aldı.
Mezkûr mafya o günden bugüne deyim yerindeyse saman altından su yürüterek başta ‘Güvenlik Bürokrasisi” olmak üzere birçok kurumda doğal ilişkiler(!) geliştirdi.
Gelinen noktada “Ortada büyük bir pasta ve bu pastadan pay kapma kavgası” çıktı.
Bir anda videolarla sahaya çıkan Sedat Peker’in itiraf ve ifşaları diğer tarafta hakaret ve ihanet suçlamaları ile tehditler birbirini takip ederken “90’lı yıllardan bugüne acaba ne değişti?” sorusunu soranların sayısı gün be gün artıyor.
Ayrıca Türkiye’de Mafyanın Devleti mi oluştu? Sorusu soruluyor.
Diğer bir soru da; Türkiye’nin yeniden 3 kıtada at koşturmaya başladığı iddia edilirken DERİNLERİN DERİNLERDEKİ DERİN HESAPLAŞMALARI ÜZERİNDEN büyük bir operasyon mu hazırlanıyor?
-Herkes Birbirine ‘Bir şey Yap!’ Diyor. Direnişe Kim Yardım Edecek?
10 Mayıs’ta iyice tırmanan gerginliğin çatışmaya dönüşmesiyle orantısız güç kendini bir kez daha gösterdi ve Siyonist işgal çetesi hava gücünü kullanarak geniş kapsamlı bir “Yıkım Savaşı” başlattı.
Karada Direnişçilerle karşılaşmayı gözü kesmeyen Siyonistler, şehirleri yıkıp sivilleri katlederek direnişi dize getirmeye çalışıyor.
Ancak bu defaki çatışmalarda ilk defa Gazze Direnişi, İslam Ümmeti’nin gönlünü ferahlatacak karşılıklar vermeye başladı.
Direnişin Siyonistlerin işgal bölgelerine fırlattığı füzeler işgalcilerin hesaplarını alt üst etmişe benziyor.
İşin burasında iki önemli sonuç ortaya çıkıyor:
Birincisi: Siyonistlerin bilinçli yaptığı yıkımın telafisi konusu.
İkincisi : Direniş’e (HAMAS’a- İslami Cihad’a) nasıl bir destek verileceği konusu.
Birincisinde; Siyonistler yıkımın oranını kasıtlı olarak büyütecek ve İslam Ülkelerine ‘Onarım izni vererek!’ onları onurlandırmış(!) olacak. Haliyle bu ülkeler de kendi halklarına bu işi güzelce pazarlayıp “Bakın işte biz Filistin’e şöyle şöyle yardımda bulunduk!” diyerek Müslümanların biriken öfkelerini indirmiş olacaklar. Gerçekte ise ortada dişe dokunur yani ‘OYUNU’ değiştirecek hiçbir hamle görülmemiş olacak.
İkincisinde ise; asıl konuşulacak konu yani Direniş’e fiili destek ve fiziki yardımların yapılmasının zamanı geldiği ortadadır.
İslam Ülkelerinin idarecileri ekseriyetle Filistin ve Kudüs konusunda hassasiyetlerini dile getirseler de Direniş’e yardım konusunda devamlı top çeviriyorlar.
Herkes, birileri bir şeyler yapsın beklentisinde.
İş ‘Bedel ödemeye’ gelince meydanların tozunu attıranlar sessizliğe gömülüyor her nedense!?