Acaba, insanoğlu olarak yüklendiğimiz kulluk/ibadet yükü mü çok ağır; yoksa birey ve toplum olarak suistimalle biz mi bu yükü ağırlaştırıyoruz?
Bu sorunun cevabına yol rehberimiz Kur'an-ı Kerim'in ölçüsüyle baktığımız zaman açık bir şekilde verilmiştir. Biz, insani yönümüzle acziyetimizi, zaafımızı, nefis ve şeytan engelleyicilerini bildiğimiz için ayet diliyle şöyle dua ediyoruz:
" Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme!
Rabbimiz de sonsuz lütuf ve rahmetiyle bize aynı ayetin evvelinde şu müjdeyi veriyor:
"Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir."
Son iki asırdır, Müslümanlar hem dış mihraklar hem iç mihraklar yönüyle bir trajediden öte trajediler yaşadılar, yaşıyorlar:
Ümmet bağını zayıflatmak, bütünlüğünü dağıtmak için emperyalistlerin işgal, yıkım ve katliamları...
Ahlaki, imani ve insani yönümüzü köreltmek; maneviyattan uzak, maddeye kapılmış haz hedefli bir gençlik...
Üretimi, çalışmayı, yararı bir tarafa atıp tüketimi, yerinde saymayı, menfaati önceleyen birey ve toplumlar...
Yurduna, beldesine, şehrine, sokağına, evine 'moda, çağdaşlık, demokrasi, batılılaşma' gibi hastalık tohumlarını ekip bünyeyi güçsüzleştiren asıl müfsidleri unutup ırk sevicilik ve mezhep, meşrepfüruşluk üzerinden birbirine diş bilemeler ve cephe tutmalar...
Bunlar, trajedi karelerimizden sadece birkaçıdır. Peki, kendi tercihimiz ve ellerimizle ağırlaştırdığımız bu yük nasıl hafifleyecek, nasıl taşıyabileceğimiz bir hale gelecek?
Kalben inanılır ve samimiyetle uygulanırsa çözüm sadece iki cümle/ayetle bellidir:
"Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez."(Maide: 51)
"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin." (Hucurat: 10)
Evet, çözüm iki kelimeyle önümüzdedir.
Ne adına olursa olsun, hangi gerekçeyle olursa olsun, istendiği kadar uluslararası ilişkiler, hukuk denilsin AB, ABD, Rusya, İsrail gibi Yahudi ve Hıristiyanları DOST kategorisine almamalıyız.
İster Türk ister Kürt, ister Arap ister Fars veya ister Şii ister Sunii kim olursa olsun 'iman' dairesi içine dahil olan bir müminse onunla hukuki bağımızın tamamen KARDEŞLİK olduğunu unutmamalı ve ona göre hareket etmeliyiz.
Özelde Suriye genelde ümmet coğrafyası kendi özelimizdir. Burada yaşadığımız sorunlar ve dış mihrakların bu velud topraklara ali menfaatleri üzerinden göz dikmelerine bağlı olarak her birimizin, iktidar sahiplerinin 'dost edinilmeyecekleri ve kardeş olanları' bilerek hareket etmesi lazımdır.
Kuzuları kurtlara, ciğeri kediye teslim etmek nasıl akıl karı değilse Irak, Suriye, Yemen, Mısır gibi ümmet sorunlarını emperyalist vahşete teslim etmek doğru değildir.
Bugün dönem dönem dost zannedilen ABD, Rusya ve kankileri üç, dört adım önceyi düşünüp hareket ediyor ve biz ancak ateş yanı başımıza düştüğünde refleksel hareket ediyorsak hala iki üç adım geriden gidiyoruz demektir.
Beşinci yılını dolduran bir Suriye'de katledilen bir milyon ve yurdunu terk etmek zorunda kalan beş milyon insandan sonra geldiğiniz nokta koca bir hiçse ve dün asla varlığını kabul etmediğiniz Esed zalimine meşruiyet vermekse ortada zafer kazanan kimse yoktur.
Kim hangi gerekçe öne sürüyorsa bilsin ki 'önce insan, öncelik adalet' esastır. Bu esas da ancak 'dost ve kardeş' bağlamını iyi bilip buna göre davranış ortaya koymak ve siyaset üretmekle mümkündür.