Düşünce kuruluşu (Think tank) ismiyle bilinen kuruluşlar; güvenlik, savunma, dış politika, eğitim ve sağlık başta olmak üzere, çalışma alanı ve oluşum amacına göre birçok konuda analiz, tahlil ve raporlama çalışmaları yürütürler. Bu kuruluşlar, ülkelerinin uzun hesaplı hedeflerine ulaşmasında yol gösterici rol üstlenirler. Çünkü Think-tanklar(Düşünce kuruluşu), günümüzde özellikle küresel ve bölgesel güç olmayı hedefleyen ülkelerin dış politika, siyaset ve ekonomide ne gibi stratejiler izleneceği noktasında politikacılara değişik alanlarda çalışmalarıyla alternatifler sunarak katkı sağlar.
Gelişmiş ülkeler, düşünce kuruluşlarının itekleyici ve ön açıcı etkisini tecrübe ettikleri ve bildikleri için bu kuruluşlara önem vermektedirler. Bu kuruluşlar, ülkelerinde ve dünya genelinde etkili olabilmekte, dünya siyasetine yön verebilmekteler.
Son yıllarda Türkiye`de de bu oluşumların önemi kendini hissettirmekte ve bu bağlamda çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye`nin ve diğer İslam ülkelerinin stratejik konumu gereği, dış ve iç tehdit faktörleri ile bölgesel ve küresel güç olma yolunda ortaya konulan hedefler neticesinde hükümet, siyasi partiler, medya, üniversiteler, STK`lar ve kamu kurumları açısından önemli olan bu kuruluşlar gerekli ve elzemdir. Birçoğumuzun yakından bildiği ve hemen hemen her hafta analizlerini gazetemizden okuduğu SDAM(Strateji, Düşünce ve Analiz Merkezi) da bu çerçevedeki bir oluşum ve kuruluştur.
Kendini ‘Bireye ve topluma yönelen bilgi operasyonları ve kültürel işgale karşı koymayı vazife bilmek; çeşitlenen ve artan bilgi kaynakları karşısında, kurumsal bir yapı içinde, açık kaynaklardan yararlanarak doğru, yararlı ve güvenilir bilgiye ulaşmayı, bu bilgiyi analiz ederek işlemeyi ve topluma ulaştırmayı hedeflemek` olarak tanımlayan SDAM`ın önemli bir çalışma ayağı da akademidir.
Bilginin üretildiği, sunulduğu, dönüştürüldüğü en önemli alan olan akademiyi öne alması açısından SDAM`ı takdir etmek ve akademik ortamda bulunan tüm kardeşlerin de katkı sağlaması gerektiğini düşünüyorum.
Henüz iki yıllık bir oluşum olan SDAM, şu ana kadar ‘Bilgi, Milliyetçilik ve Küreselleşme` başlığı altında üç akademik toplantı gerçekleştirdi. Dördüncü akademik toplantı için de start veren SDAM`ın tüm akademik toplantılarına panelist olarak katılma imkanı buldum. Yeni olmasına rağmen birçok profesyonel akademik toplantıya oranla iyi olan ve umut vaad eden bir noktada duruyor.
Dikkatleri ümmet bağlamındaki vahiy merkezli bilgiye yöneltmek ve bu bilgiyi disipline edip sunmak isteyen SDAM`ın üçüncü akademik toplantısından bir iki paylaşımla yazımı tamamlamak istiyorum:
“Küreselleşme, aslında yeni bir tanımlama değildir. Sömürgecilik, yayılmacılık, emperyalizm ve kapitalizmin pazarlanmış ve revize edilmiş halidir… Küreselleşme aslında bazı devletleri merkeze alarak büyük bir dengesizlik ve adaletsizlik oluşturmaktır…”
“Makineleşme, ürünü ortaya çıkarmada zaman ve verim açısından olumlu bir gelişme olsa da toplumların kültürlerine yansıması açısından olumsuzdur...
Aydın, başkasının aklı ve algısıyla düşünüp onların projelerini halkına pazarlayan veya dayatan değil kendi toplumunun değerleri, kültürü ve şartları ile barışık olup bunları ilmi bir yerleşkede geliştirmeye çalışıp topluma öncülük edendir…”
“Bilimsel paradigma inşa edilmeden bir dünya görüşü olmalıdır. Bir dünya görüşünün de inşa edilmesi de onu belirleyen bir yapının yani bir ilmiye sınıfının olması lazımdır.
Küreselleşmenin evvelinde bir bilimsel gerçeklik vardır…”