Bugünlerde hem Müslüman yöneticiler hem de bireyler için en çok konuşulması gereken ‘olaylara, gelişmelere` dönük tavır olmalıdır. Çünkü çoğunlukla tavır ve tespitlerimizi ‘doğruluk, hikmet, araştırma ve hak` ekseninde değil ‘duygusallık, benlik ve tarafgirlik` ekseninde belirliyor, ortaya koyuyoruz. Bu yaklaşım yanlış, yanlı, eksik olduğu gibi safların ayrışmasına, kin ve öfkenin bir diğeri için tavan yapmasına yol açıyor.

Coğrafyamızın, beldelerimizin fiili işgali; evlerimizin, zihin ve gönüllerimizin kültürel işgali üzerinde durduğumuz konunun ciddiyetini ortaya koyuyor. Hal bu ahval üzereyken hala kendimizi merkeze alıp başkalarına konum biçmeye çalışırsak, onlar için doğruyu belirleme işini üstlenirsek bu hamur çok su götürür. Doğru olan ‘hak, istikamet ve adaleti` merkeze alıp lehimize de aleyhimize de olsa o doğrultuda hareket etmek ve diğer Müslüman yönetici, grup, camia ve bireylerin de o doğrultuda hareket etmesi için çabalamaktır. Şartlar ne olursa olsun bu çaba Hucurat süresinde geçtiği şekliyle ‘ıslah amacını ve haklının yanında yer alma maksadını` aşmamalıdır.

 Bu bağlamda çoğunlukla olay ve gelişmeleri kaleme dökmek gerekse de bilginin sıhhati, haberin kaynağı, delillerin mevcudiyeti, birey/toplum hakkını gözetme… gibi hususlar hiçbir zaman ihmal ve ihlal edilmemelidir.

Suriye, Irak, Mısır, Filistin meseleleri; Türk, Kürt, Arap ırkçılığı; Şii, Sünni mezhepçiliği gibi birçok konu üzerinde yazmak veya konuşmak da bu çerçevededir. Çoğu zaman bir konu, gündeme otursa da doğruyu söyleme ve doğruya ulaşma hassasiyeti zikrettiğimiz şekliyle davranmayı gerektiriyor, gerektirmelidir. Bu ilkesel duruş, gazetemizin de yayın çizgisinin asıl dayanaklarından olup aynı zamanda Müslüman kimliğin bir yansımasıdır.

Birçok tartışmalı, çekişmeli, netameli ve başka taraflara çekilebilecek konuda ister istemez yazılar yazılıyor, yazılacak da. Fakat dilden dökülenin, yazıya aktarılanın, ekrana yansıyanın dosta katkısı, düşmana kaybı; kardeşe artısı hasma eksisi; gönüllere ektiği sevgi veya kin iyice hesaplanmalıdır.

Çoğunlukla olay ve gelişmelerin sloganik boyutu, ajite yönü ve magazin hali kitlelerin hoşuna gider. Birileri bu sebeple bizden de bunu isteyebilirler, istiyorlar. Oysa empati kurulursa görülecek ki, sermayesi doğruluk, istikameti doğruluk, hedefi doğruluk olan bir camia, çizgi ve yayın en ufak tekzibe açık ya da hak ihlaline dönük bir yaklaşım sergilemez.

Doğruyu sırtlanmak, doğruya aday olmak ve doğru konuşma ve yazmanın verdiği sorumlulukla hareket etmek bedel istiyorsa o da imtihanın bir cilvesidir.

Trupm, Esed, İbadi, Sisi ve Kral Selman`ın zalimliği nasıl su götürmez bir gerçekse Suriye, Irak, Mısır, Yemen halklarının da mazlum oluşu da nettir. Yüzyıllardır ezilen, katledilen, hor görülen, mahrum bırakılan halklar vardır. Bu konuda zahire göre ve günübirlik hareket edenler maalesef olayı hakkaniyet ve doğrulukla değerlendirmek için uygun zaman ve şartları arayan kardeşleri zalime taraf, mazluma hasım olarak etiketliyorlar. Böyle bir tutum hayra ve mazlumlara hizmet etmez; aksine şeytana ve dostlarına güç katar.

Irak`taki otorite boşluğundan yararlanarak Kürt kartını emperyalistlerin eline koz olarak vermek bu tavır ve tespit ekseninde değerlendirilebilecek bir haksızlık örneğidir.

Konuşmak ve yazmaktan amaç üzüm yemekse doğru olan elde edilmiştir; ama amaç bağcıyı dövmek ise bu bir ömür boyu üzüm yemekten mahrum eder, bilinmelidir. Doğru zamanında, zemininde ve kazanımı iyice hesaplanarak konuşulmuş, yazılmışsa bırakın sizi dokuz köyden kovsunlar, sizi muhakkak barındıracak ve sahiplenecek onuncu bir köy olacaktır. Bu tavır ve yaklaşımla ‘fincancı katırlarını ürkütmüşseniz!` bilin ki tepişen fillerin ayakları altından birilerini kurtarmaktasınız.