Bir İslam âlimi “Hak ve batıl'ı şahıslara göre değil, basiretle ayırmak gerekir.” diyor. Doğrudur, bu böyledir. Unuta geldiğimiz ya da görmek istemediğimiz bir hakikat, günü gelince şamar yemiş gibi bizi kendimize getiriyor. Yani batıl, şeytani sırıtışla gerçek yüzünü gösterince aklımız başımıza geliyor ve hemen Hakk`a dört elle sarılıyoruz. Oysa bize düşen Hakk`a zaman ve zemine göre değil; her zaman ve zeminde sarılmak lazım. Batılın çirkin yüzü, gören gözle görülecek hale gelince değil o iğrenç yüzü basiret gözüyle her halde görmek ve tanımak imani bir sorumluluğun gereğidir.
Geçmiş zamanlarda İslam`la savaşını aleni bir şekilde niyeti de aşikâr bir vaziyette yürüten batıl ve teraneleri bu savaşımı bugün yumuşatılmış bir cepheyle sürdürmektedir. Kendilerini medeniyet kürsüsünde çağdaşlık dersinin öğretmeni edasıyla sair milletlere takdim eder ve “Demokrasi, modernizm, katılımcılık, din ve vicdan hürriyeti…” gibi kavramlarla milletleri avlayıp uyutmaya çalışırlar. Birileri üzerine batılın serptiği bu uyuşukluktan sıyrılıp öz manada insanca yaşamayı ve imanla hareket etmeyi ilke edinirse küresel cephede adı teröriste; yerel bazda ise provokatöre çıkar.
Hak arayışı, batılın nezdinde dünyevi anlamda iş, aş, barınma, eğitim… gibi ihtiyaçlardır. Böylesi talepler doğal karşılanır ve hatta “komünizm, liberalizm, milliyetçilik…” gibi onların eliyle tasarlanıp sunulmuş ideolojilerle bu arayışın önü açılır. Bu isimlerle kavgaya tutuşanlar, idol olur zamanla kitleler arasında. Yıllar önce Bingöl Cezaevi`nde yaşanan insanlık dışı muamelelere tepki gösteren mahpuslara zamanın Cezaevi 1. müdürü:
“Ne hakkı istiyorsunuz? Elektriğiniz yanmıyor mu, suyunuz akmıyor mu, kalorifer ısıtmıyor mu?” derken bu kör zihniyeti gönüllü bir şekilde temsil ediyordu.
Kitlelerin adalet, hakkaniyet ve fıtrata mutabıklık yönünde bir talebi dillendirmesi durumunda medeni çehreler(!) birden değişiyor; kırmızı görmüş boğalar gibi öfke tandırında yanıyor ve tek dişi kalmış bir canavar misali göğsü iman dolu kitleleri boğmaya çalışıyor. Ama nafile! Kuran`ın ifadesiyle onlara şu cevap yeter: “Kininizle geberin!” bu cevabı verecek bir dil olmak da batılı basiretle ayıracak bir iman, teslimiyet ve direnişle mümkündür.
…
Her seçimde zulmün ve haksızlığın elinde zebun olmuş halkın önüne çıkan siyasetçilerin her biri kendini “Bir kurtarıcı” olarak lanse eder. Şakşakçıları da buna çanak tutarlar. İşbaşına geldiğinde hak taliplerini karga tulumba derdest etmeyi de bir marifet sayarlar: “Efendim, siz bilmiyorsunuz! Bunlar provokatiftirler.”
Müslüman halkın duygularına tercüman olacağı ve inanç önündeki engelleri kaldıracağı yönünde vaatleriyle oylarına talip olan AK Parti on beş yıla yakın bir zamandır iktidardadır. Adalet patentli bu parti için her zaman iyi niyetimizi korumaya çalıştık; ne yazık ki son günlerde gündemdeki yerini tüm sıcaklığıyla alan ve gündemden artık düşmeyecek gibi gözüken mağduriyetler, fişlemeler, hak ihlalleri karşısında takınılan tavır inanları incitiyor. Ayrıca, insanlar yanlışları dile getiriyor diye haddini ve boyunuzu aşan laflar etmeye de hakkınız yoktur. Halk, sizi oralara doğru ve isabetli adımlar atasınız diye getirdi. Yoksa yılların paranoyası ve FETÖ`nün ortalığı bulandıran ifsatlarıyla fütursuz açıklamalar yapasınız diye değil!
Ya yerinizi bilin ya da Müslüman halktan elinizi çekin! Onlar, basiretleriyle batılı tanır ve hak mücadelelerini Müslüman`ca verir.
Yusuf ARİFOĞLU