Batı, İslam`a karşı galip gelmek için yüzyıllardır bir savaş sürdürmektedir. Batı bu savaşta insani ve ahlâki hiçbir ilke gözetmeyip Makyavelist bir felsefeyle hareket etmektedir.
Makyavelizm, 15. Yüzyılda yaşayan İtalyan düşünürü Machıevel`in, ortaya attığı ve Batı`nın kendisi için bir tabu haline getirdiği kibirli, yıkıcı bir düşünce sistemidir. Bu düşünceye göre ; “Devletin ya da devlet adamının ülkesinin yararına olabilecek her eylem ve hareket tarzını meşru görmek, amacın aracı meşrulaştırdığını bilmektir.”
18. yüzyıla kadar İslam ülkelerinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmek, İslam ülkelerini işgal etmek ve İslam`ın diriltici enerjisini yok etmek için Batı, çapulcu bir haçlı mantığıyla hareket etti. Son iki yüzyıldır “teknoloji, sanayileşme, kapitalizm, medya ve ahlâksızlık” gibi silahlarla ümmetin bileşenlerini vuruyor. Ayrıca bu silahların yanı sıra içten zayıflatma, çökertme amaçlı da “ırkçılık ve mezhepçilik” gibi iki fasid unsuru devreye soktu.
I. Dünya Savaşıyla başlayan son süreç, iki ayak üzerine işlemektedir:
Birincisi, Batı ve modernizmi, ilerlemenin ve özgürleşmenin adresi gösterip ‘mit, esatir, efsane` gibi ulusalcı yönü besleyen ve taassubu körükleyen desteklerle ümmeti bölmek. Bugün gelinen nokta itibarıyla batılı küfrün bunu başardığını biliyor, görüyor ve yaşıyoruz.
İkincisi, ‘aidiyet, ırk, mezhep, meşrep` gibi kırılma ve ayrışma noktalarıyla birbirine tahammülsüz, biri diğerini ötekileştiren; birbirini rahatlıkla yok edebilen ve camii, çarşı, pazarlarını gözünü kırpmadan yok edebilen bir hale getirdikleri ümmet bütünlüğünü tamamen yok etmek.
Son otuz yıl içinde ‘Afganistan, Çeçenistan, Irak, Yemen, Suriye işgalleri ve sonrası viraneye dönmüş beldeleri, ayaküstünde kalmayan başları, hayâsızca kirletilen iffetleri` bu adımda da önlerinde engel gördükleri bir iki kale dışında Batı`nın başarıya yaklaştığı görülmektedir. Bu kaleleri de yıkarlarsa deccal zihniyeti sahte cennetiyle insanlığı ebedi bir cehennem çukurunun içine yuvarlamakta bir an bile tereddüt etmeyecektir ki yüzyıllardır elinde akan mazlumların kanı yapabilecekleri vahşetin delilidir.
Yıkılmak istenen kalelerden biri Türkiye`dir. Batı, 15 Temmuz darbe girişimiyle sendelettiği Türkiye`yi ekonomik manevralar, politik adımlar, AB ve NATO kartını sarıdan kırmızıya doğru evirdikleri bir göstermeyle güçsüzleştirmek istiyor. İstiyor ki, eksiği gediğine rağmen ümmetin umudu haline gelmiş; mazlumların imdadı olmuş bir Türkiye kibirlerinin önünde yerlere kapansın, el etek öpsün, birkaç dolar ve Euroları için yalvar yalvar yakarsın!
Durum itibariyle hem yönetici, hem kurumlar, hem camia hem de fertler için ‘zilleti kabul etmek değil, izzetle direnmek` dediğimiz tek gereklilik devreye girmiştir.
“Düşmanınızın silâhıyla silahlanın!” kaidesi de meşru bir daire içinde çabucak devreye sokulmalıdır düşmanın hayâsızca akınlarına karşı durabilmek adına.
Batı, teknolojik ve ekonomik gücünü tahrip için kullanıyorsa biz teknolojik ve ekonomik artılarımızı hak ve ihya amaçlı kullanmalıyız.
Batı, sokaklarımızı, değerlerimizi, gençlerimizi ahlâksızlık, uyuşturucu, özgürlük(!) gibi araçlarla mankurtlaştırıyorsa biz güzel ahlâk, huşu ve izzet gibi değerlerle fedai yapacağız.
Batı, tesis ettiği birlikleri ve karar mekânizmalarını üzerimizde demoklesin kılıcı gibi tutup korkusunu sinelere yerleştirmek istiyorsa biz İslam`ın bize bahşettiği vahdet, kardeşlik, adalet gibi doğruluk nişanlarıyla kalplere Allah`ı razı edecek takvayı yerleştirmeliyiz.
Ayrıca Kur`an`ın şu ayetini de serlevha yapmalıyız:
“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah`ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah`ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcasanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfâl, 60).