İslam ümmetinin son iki yüzyılda- özellikle son on yılda- yaşadıkları hepimizin gözünün önünde...

Kıyım, mezalim, katliam, zindan, sürgün, hicret, idam...

İşte şair M. Akif, bunu bir asır önce mısralarıyla resmetmiş:

“...Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer

O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene,

parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller...”

Bütün bunlar, yüreğimizi burksa da, gönlümüzü acıtsa da, gözlerimizi yaşartsa da, zalime karşı olan öfkemizi bilese de, küfre karşı cihad isteğimizi arttırsa da tek hakikat bütün canlılığıyla kendini ısrarla göstermektedir. Bu hakikat de Rabbimizin Mülk Süresi`ndeki İlahi buyruğudur:

“O (Allah) hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”

İmtihandaki denenmelerin nedenini, niçinini sormaktan öte, ümmet olarak üzerimize düşen;

Bu imtihanı kazanmanın yollarını, Rabbimizi razı edecek söz ve eylemleri aramak, bulmaktır.

Bugün Suriye`den Arakan`a, Mısır`dan Filistin`e, Pakistan`dan Ogedan`a, Çeçenistan`dan Kürdistan`a ölümler, katliamlar, idamlar bizi kuşatmışsa o halde yol,

“Zilletli bir ölümdense izzetli bir ölümü bize getirecek İslamî bir direniş, gayret ve mücadeledir.”

Bugün sözün, konuşmanın çok anlam ifade etmediği bir küresel/toplumsal vaziyet içindeyiz.

Kendini ifade etmenin ve düşmanları alt etmenin çaresi inandığımız İslamî doğrulardan vazgeçmeden, imandan ödün vermeden “kardeşliği, takvayı, yardımlaşmayı” öne alarak Müslümanca yaşamak ve izzetle yol yürümektir.

Küfür ve zulmün bugün bu kadar azgınlaşmasında ümmetin gafleti etkin olsa da kanımca en büyük etken; şanlı direnişlerin onların yüreklerine saldığı korku ve rüyalarına çöken karabasandır.

İnsanlık tarihi, hep bu noktada tekerrür etmiştir. İslam`a dönük nerede bir yok sayma, sindirme, inkar, zulüm ivme kazanmışsa imanı yüreğinde alev alev tutuşan öncüler ve mücahidler meydana çıkıp “Hayat, iman ve cihad” gerçeğini onurlu ve şanlı direnişiyle göstermişlerdir.

Bu gerçeği gelin tarihten günümüze, Mısır`dan Pakistan`a, Filistin`den Anadolu`ya... yansıyan mücadele önderlerinden bir kaçının ağzından dinleyelim:

 “ Müslüman olarak öldükten sonra, ne şekilde can verirsem vereyim, önemli değil. Çünkü bütün çektiklerim, Allah ve Resûlullah sevgisi içindir.” (Hubeyb Bin Adiy)

“ Eğer din-i Muhammed ayakta kalacaksa o halde ey kılıçlar alın bedenimi!” (Hz. Hüseyin)

“ Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktur. Muhakkak ki ölümüm Allah ve İslam içindir.” (Şeyh Sait Palevî)

“ Eğer hükümet böyle olursa yaşasın cünun, yaşasın mevt! Zalimler için yaşasın Cehennem...” (Üstad Bediüzzaman)

“ Ben herhangi birinin kararı gereği idam edilmiyorum. Benim şehitlik zamanım Allahu Teala`nın takdiriyledir. O ne buyurursa kabulümdür.” (Abdulkadir Molla)

“ Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem ben Hakk`ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem.” (Seyyid Kutub)

“Beni bin defa idam etseler yine haktan vazgeçmem.” (Muhammed Bedii)

Ve varılacak nokta/neticeyi yine şairin dilinden okuyalım:

Asım`ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar

O, rüku olmasa, dünyaya eğilmez başlar...