Suriye’de yaşananları beraberce izliyor ve olayların nereye varacağını merak ediyoruz.

Bu kadim coğrafyada haklı haksız, yanlı yansız atılan adımların kime yaradığını merak ediyoruz.

Gazze’deki direniş ve dramın sancılı da olsa zafer sabahının yakın olduğunu umuyoruz; ama Suriye’de birden 12 yıl öncesi duruma evrilme ihtimalinin yeniden nüksettiği bir anda da Müslümanların birlik ve vahdet umudu adına üzülüyoruz.

Müslümanların can, mal, imkân, mesai, davet ve boykot yönüyle tüm güç ve çabasını Kudüs ve Mescid-i Aksa merkezli bir davaya ve mücadeleye hasretmemesi karşısında nutkumuz tutuluyor.

Atılan adımların haklı, doğru ve zamanlı atılma ihtimali ve iyi niyeti karşısında işin netice itibariyle kimin lehine, kimin aleyhine olma basiret ve ferasetinden yoksun olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda Suriye merkezli gelişmelere 2012 yılından bu yana yaşananlar ekseninde birkaç not düşmek istiyorum:

Suriye halkının mazlumluğu şüphe bırakmayacak bir açıklıktadır. Ortada yıllardır ezilen, katledilen, hor görülen, mahrum bırakılan bir halk vardır. Ve bu halk on yıllardır korkunç katliamlara maruz kalmıştır. Konunun bu yönünü konuşmak dahi gereksizdir. Bu konuda zahire göre hareket etmeyip olayı hak ve doğruluk ölçüleriyle değerlendirmek için uygun zaman ve uygun tavsiyesinde bulunan kardeşleri zalime taraf, mazluma hasım olarak etiketlemek büyük bir gaflettir.

HAMAS ve diğer direniş gruplarının şanlı mücadelesiyle iyice köşeye sıkışan ve bariz mağlubiyetler alan israil’e Suriye üzerinden rahat nefes aldırmak, Gazze, Yemen ve Lübnan’a dönük ardı arkası kesilmeyen vahşi saldırıları görmemek, altı kazılarak neredeyse çökecek olan Mescid-i Aksa’nın haline gafil kalmak ümmetin temel sorunu Kudüs’ün özgürlüğüne bir çelmedir.

Suriye’deki otorite boşluğundan yararlanarak ümmeti farklı farklı kartlar ve hesaplarla emperyalistlerin eline koz olarak vermek bu mazlum ve kadim halka karşı bir haksızlıktır.

Suriye’de bu kadar farklı ve karmaşık denklem içinde -doğru ya da yanlış, haklı veya haksız tutumlar da dâhil- konuyu makul bir sürede çözebilecek ve tarafları masaya oturtabilecek bir imkân mümkün iken ne yazık ki birilerinin bunu birden küresel bir noktaya, devletsel bir menfaate ve mezhepsel bir reflekse çevirmesiyle iş içinden çıkılamaz hale döndü.

Suriye’de 13. yılına giren olay, çatışma, katliam, işgal ve yerini yurdunu bırakıp gitmeler için savaş tandırı mı yoksa cadı kazanı mı desek bilemiyorum.

Aslında ikisi de doğrudur.

Suriye bir savaş tandırıdır: bu tandıra bir şekilde düşen ya zalimleşip menfaat için her yolu meşru görüyor ve bu sebeple yakıyor ya da tuzaklarla savaş tandırına çekilip yanıyor.

Suriye bir cadı kazanıdır. ABD, İngiltere, Rusya ve İsrail gibi bin bir türlü hesap içinde olan modern cadılar ve vahşi zalimler, hile kazanında kaynattıkları zehiri ‘kurtarıcı, yardımcı ve destekleyici’ gibi tatlı(!) rollerle halklara sunmak istiyorlar.

Suriye gibi herkesin günahına bulaştığı bir işgal ve müdahalede adil ve hakkaniyetli olmak önemlidir. Suriye gibi konularda konuşmak, yazmak ve sorumluluk almak önemli ve gereklidir. Hali hazırda bir savaş tandırı ve cadı kazanına dönmüş bir Suriye üzerinden doğru bilgiye ve doğru kişilere de ulaşmak zor gözüküyor.

Rabbim; Kudüs, Mekke, Mescid-i Aksa ve Beytullah’ı özgürleştirme hedefli bir mücadeleyi anlama ve merkeze alma bilincini cümlemize nasip eylesin!

Rabbim, cümle akıbetimizi hayreylesin!