Hukuk, ‘hak’ kelimesinin çoğuludur. Hukuk, bireysel ve toplumsal yaşamda insanlar için var olan tüm meşru hakları olarak özetlenebilir. Hukuku; yönetim, idare ve devlet mekanizmasıyla yan yana getirdiğimizde, karşımıza bir kurallar dizgesi/sistemi çıkar.
Hukuk, devletin yetkili organları tarafından toplumsal ilişkileri düzenlemek amacıyla konulan, maddi bir yaptırıma bağlanmış ve uyulması zorunlu kurallardan oluşur.
Pozitif(müspet), mevzu(belirlenmiş, yazılmış), doğal, maddi(şekli), objektif, sübjektif, tarihi, ulusal, uluslararası ve evrensel hukuk gibi birçok çeşitleri olan hukuk; her şeyden önce ‘adalet, denge, eşitlik, çözüm ve hikmet’ gibi insani ve fıtri esaslara bağlı anlaşılmalı, düzenlenmeli ve uygulanmalıdır.
Hukuk, şeriat(ilahi kanunlar) temelleri üzerine inşa edilmiş olabilir; ama uygulayıcılar bu kâmil ve adil sistemi adil ve eşit icra etmezse neticesi zulüm ve haksızlık olur. Bu sebeple insan hakları koruma ve verme noktasında adalet ilkesi her şeyden önce gelir.
Peygamberimizin aleyhisselam Mekke’de zorlu şartlarda ve davetin çıkmaza girdiği bir anında yurt arayışı için Mekke’ye yakın olan beldeleri değil Habeşistan’ı tercih etmiştir. Üstelik Habeşistan/Etiyopya mesafe, din ve etnisite olarak dezavantajlı bir durumdadır. Mekke’den 4406 km’lik bir mesafe, siyahi ve Hristiyan bir halk ve kral… Günümüz şartları için dahi zor ve zahmetli bir iklim, coğrafya ve ulaşım… Ve yine o günün şartları için lehte değerlendirilmesi mümkün olmayan din ve renk farklılığı…
Habeşistan’a hicret birinci ve ikinci hicretler şeklinde gerçekleşmiştir.
Peki, Habeşistan’a hicret –üstelik iki kez- niçin tercih edilmiştir?
Çünkü Mekke’ye yakın beldelerin tamamında yöneticiler, halklarına karşı zalim ve gaddardı. Adalet ve merhamet yoktu. Habeşistan’ın tercih edilmesinin cevabı Peygamberimizin aleyhisselam şu hadis-i şerifinde yer almaktadır:
“Şayet isterseniz Habeşistan’a sığının. Zira orada ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen (adil ve merhametli) bir hükümdar vardır. Allah kolaylık verene kadar sizler orada kalın!”
Hukuk; adalet, merhamet, sevgi ve güvenin hâkim olduğu bir yönetim ve zeminde icra edilmelidir. Maddi ve manevi yaşam unsurları da hukukun uygulanabileceği şekilde verilmiş ve düzenlenmiş olmalıdır. Bazen, bazı zulümler, suçlar ve cürümler karşısında veryansın ettiğimiz, yanıp yakıldığımız olur ve o ruh haliyle; “Kısas gelsin, idam uygulansın, hırsızın eli kesilsin, zinakar recm edilsin!” diye haykırırız.
Mal, can, namus, akıl ve din emniyetinin olmadığı bir memlekette; torpil, rüşvet, adam kayırma, israf, fahiş icraatlar, adamcılık, fakirlik ve işsizliğin kol gezdiği bir idari sistemde mevzu hukuk istediği kadar dört başı mamur olsun veya birkaç ülkede olduğu gibi ‘şeriat’ anayasa olarak kabul edilmiş olsun oradan bir dirhem dahi adalet çıkmaz. Ve orada ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz!’ sözüne sığınarak insanlara şer’i cezaların verilmesi doğru olmaz.
Karnını doyurmadığınız, kendisine iş vermediğiniz veya geçimi kadar ücret vermediğiniz bir insana hırsızlık yaptı diye el kesme cezası istemek veya vermek ‘adalet’ değil, ‘zulüm’ olur.
Ahlakı baş tacı yapmadığınız, evliliği kolaylaştırmadığınız ve desteklemediğiniz, fuhşu ve zinayı yasal kılıfla desteklediğiniz, ahlaka aykırı her tarz, tavır, giyim kuşam ve yayını yaygınlaştırdığınız bir ortamda recm cezası katmerli zulüm olur.
Ve bu örnekler devam edip gider…
Önce meşru haklar verilmeli, korunmalı; devamında her yer, kurum ve herkes için adalet sağlanmalı, tesis edilmeli; nihayetinde hukuk eşit olarak icra edilmelidir.
Adalet olmadan hukuk olmaz, adaletsiz hukuk güdük ve zulümdür.