Yanıyor şehirler, beldeler, evler ve çadırlar
Yanıyor hastaneler, camiler, işyerleri ve tüm yaşam alanları
Yanıyor Gazze’m, yanıyor Beyrut’um, yanıyor ümmet coğrafyası…
Yanıyor yüreğim, yanıyor kardeşim, yanıyor nazenin bedenler…
Sadece Buruç Suresi’nde değildir Uhdud ashabı/zalimleri tarihe has…
Ateş çukurlarına atılıp vahşi kâfirlerce keyifle izlenen müminler
Geçmiş günlerde, kıssalarda ve rivayetlerde kalmadı…
Bazen Cehennem ateşleri bol, yakıcı ve mahvedici olsun
diye tarihin her anında yeniden ateş çukurları kazar kâfirler
Bakarsın yer Diyarbakır, tarih Ekim’leri gösterir
Marksist, ırkçı ve LGBT ahlaksızlığını savunanlar
Atar ateş dolu çukurlara YASİN’leri ve kardaşlarını
Öz ve eş devşirmelerle seyrederler
Zevkle devrimci(!) haysiyetsizliklerini…
Bakarsın yer Gazze, takvimler yine Ekim’leri gösterir
Ekim’in en şanlı anında tepelerine inen TUFAN’ın intikamına
Siyonist, evanjelist ve emperyalist mavi kravatlılar
Tutuşturur masumların son umud sığınağı çadırları
Hain, dönek, asi, mücrim, esfel ve timsah gözyaşlarıyla…
Senaryo sanırım bu trajediyi ama kitabın ortasından kadar gerçek
Film sahneleri olsun isterim izleyeyim heyecanla diye
Lakin dokununca beni de alev alev alıp yakacak kadar hakikat…
Sağıma bakarım imdat olacak Müslüman devlet ararım; fakat nafile
Soluma bakarım masumlara Ensar yürekli bir idareci gözlerim;
Heyhat beyhude bir çırpınış olur benimkisi…
Önüme bakar, hayâ ederim başımı kaldırmaya tazarru için
Ellerim dua arzusuyla kalkamaz olur, suçumu bilirim
Ve ihanetini görürüm dindar kılıklı korkakların,
Menfaat arzulularının ve içten çok hesaplıların
Yaşarıp boşalır o an gözlerim,
En derinden sızlar kalbim, düşerim çaresizce…
Haykırasım gelir avazım çıkacağı kadar; lakin suskunluğu sürerler önüme…
Sessiz sedasız, etkisiz ve işlevsiz protestolar layık görürler bize…
Kardeşlik derler; yardıma koşanı, el uzatanı beğenmezler
Mezhepsel ve ırksal hasetlikler ve ulumalarla yoğrularak…
Cihad derler, mücadele isterler, nerede ‘silah ve cephane’ derler;
İş ciddiye binince, başkaları cihadı alnının çatına vurunca…
Tiyatro deyip alaya alırlar,
Hani ‘Kaç Siyonist öldü?’ deyip duyar kasarlar.
Şehadete şahitliğinin en layık anında ulaşan liderlerden
Dilediğine, hesabına gelene övgüler, marşlar dizerler
Bin yılları bulmuş ihtilafları kaşıyıp ‘iman kardeşliğini’
Ve ‘Kıble ehlini’ kendi ölçülerince biçip seçerler.
Bilirler ama bilmezden gelirler; çünkü tutmamıştır
Ümmete hamilik ve ağabeylik hesapları(!)
Beyhude bir uğraş içinde boşa çıkmıştır
Mezhep sanrıları, cemaat yüceltmeleri, millet övünçleri…
Ajitasyon içinde hayır(!) adına topladıkları yardımlar ve infaklar(!)
Cihadı kuşanan ve şehadetin kendisine yakıştığı yiğitlerin
Yürekliliği, cesareti ve izzetli duruşuyla riyaya bulanır…
Ve yine yanıyor masumlar ve tutuşmakta yüreğim
Filistinli gazeteci, tam burada sözü alıyor ağzımdan:
“Gözümle gördüm yanıyordu insanlar.
Vallahi kimse bir şey yapamadı.”
Ne ben ne sen ne biz ne siz ve ne de onlar
Çünkü terk edilemiyordu sıcak yataklar, cazibeli dünya(!)
Boykotu küçümseyen şahsi çıkarlar
Ve ambargoya mazeret üreten devletlu maslahatlar…
Ve devam ediyor Filistinli gazeteci:
“Kimse onlara dokunamadı. Diri diri yakıldılar.”
Tıpkı Ashab-ı Uhdud gibi
Yasin Börü ve arkadaşları misali…
Ya Rabbi, yine de çaresizliğimin fetvasıdır:
Duam, niyazım ve tazarrum.
Allah’ım tutuştur Haviye’leri
Alev alev yansın Cehim’ler
Yak Allah’ım!
Mahvet Allah’ım!
Kahret Allah’ım!
Bu zulmü, vahşeti, canavarlığı ve şeytanlığı
Destekleyen ve buna sessiz kalan kim varsa…
Ve Allah’ım!
İçimizdeki beyinsizlerden dolayı bizi helak etme!
Nusretinle, lütfunla ve kereminle bizi
Ve layık olan herkesi ıslah eyle ve muzaffer kıl kardeşlerimi!