Bu hafta sonu, Diyarbakır merkezli bir âlimler buluşması gerçekleşti. İttihad-ı Ulema tarafından 8. Yapılan buluşmaya dinleyici olarak katılma imkânı buldum. Yıllardır hasret kaldığımız ve yoksun olduğumuz ulema önderliği toplantının her karesinde ve her konuşmasında bir gereklilik olarak kendini hissettirmekteydi.
Ailenin öneminin, aileyi korumanın ve aile kurumuna yönelik küresel ve yerel tazyiklerin konu edinildiği bu yılki buluşma âlim-ümmet ve fert açısından güncelliğin de önemini gözler önüne serpmekteydi. Aile ve ahlak noktasında birbirinden güzel ve istifade edilebilecek sunumlar vardı. Bu konunun detaylarını ilgili sunumlara havale ederek âlim ve ilim noktasında başka bir konuya dikkat çekmek istiyorum.
Evet, ilim ve âlim önemlidir. İnsanlık hayatının ve İslami davetin olmazsa olmaz iki temel taşıdır, ilim ve âlim. Bu iki temel taşın toplumsal anlamda tek başına etkili ve işlevsel olması mümkün değildir. Âlim ismini Hâkim ismiyle, ilim sıfatını hikmet vasfıyla buluşturmadan bu işlevsellik olmaz. İlim, eşyanın ve varlığın ne olduğunu bilmekse hikmet o bilgi üzerinden hayatı doğru, güzel, yerinde, incitmeden ve kırmadan anlamak, yorumlamak ve göstermektir.
Âlim ve ilim vasfını bir şekilde tedris kürsüsünde diz çöken herkes elde edebilir. Âlim, ilmiyle amil olabilir veya olmaz. İlmiyle sorumluluğunu bilir veya bilmez; ama hikmet öyle değildir. Hikmet gönül kapılarını açana Allah tarafından verilen İlahi bir mevhibedir. Âlimi ve ilmi kitap yüklü eşeklikten kurtarıp kitapla yüklenen eşref makama ulaştırır. Ayette de buyrulduğu gibi “O ( Allah), hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse doğrusu, büyük bir hayra erişmiştir.” ( Bakara: 229)
Hikmet, İlahi iradeyle örtüşük üstün bir hayrın öncülü olup insanı hayat sahnesinde zamanlı, isabetli düşünmeye ve hüküm vermeye yöneltir; olayların zahir perdesinden öte iç yüzünü idraki sağlar, yararlı ve doğru bilgiye ulaştırır.
Hikmet, Hz. Lokman’ın şahsında, toplumsal işlerle ilgili tespitlerinde ve eğitimin terbiye sisteminde “Hikmet, müminin yitik malıdır…” tesbit-i nebevinin ışığıyla aklımıza, ruhumuza, gönlümüze “bulunduğunun” haykırışı olarak çıkar.
Hikmet, akl-ı selimle hakikati anlamak ve hakikatler üzerinde düşünmektir ki Kuran-ı Kerim’de hakikate ermenin ve onu idrakin şartı aklın ve kalbin temizliğine endekslenmiştir.
Hikmet, “Göklerde ve yerde (Allah’ın varlığını, kudretini, hikmetli yaratışını gösteren) nice ayetler vardır ki, ( insanlar) üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.” (Yusuf: 105) İlahi ikazını edeple dinleyip şevkle güç ve imkânlarını kullanarak hakikatle yüz yüze gelmenin ‘mikro âlem’ olan kendinin ‘ makro âlem’ olan kâinatla özdeşleşen cevherlerini, hassalarını ve şerefli oluşunu keşfetmedir.
Hikmet, ruhsuz ve maneviyattan yoksun bilgi değil; faraziye ve hipotezlerle ilim vehmedilen derin yanılgılardan Gazali bir incelikle, Muhyiddini bir duyuşla, Mevlevi bir semahla, Yunusî bir sevgiyle, Fuzuli emsali İlahi aşkın tandırında kavuran bela ve musibetlerden razılıkla ilmin doğruluğuna, yakinin sağlamlılığına, hakikatin özüne eriştiren bilgidir.
Bunlar ve daha birçok farklı anlatımıyla hikmet; bilgi, gönül, amel ve yorumu birleştirme erdemidir. Peygamberi mirasa varis âlimler, hikmetle buluşmadan topluma önderlik edemezler. Bu vesileyle ilim ve hikmeti buluşturmaya çalışan benzer adımları çoğaltmalıyız ki ümmet layık olduğu önderliğe önder âlimlerle ulaşabilsin!