‘Sağlık, sağlık çalışanları, fedakârlık, randevu, ücret, hasta hakları ve şiddet’ son birkaç yılın en çok duyduğumuz birbiriyle ilintili birkaç kelimesidir. Her bir kelime kendi içinde ayrı ayrı değerlendirilebilir bir konuma gelmiştir. Sağlık çalışanlarının –özellikle doktorların- özlük hakları, mesai, ücret dağılımı ve Konya’da öldürülen doktoru bahane ederek iş yavaşlatmaları ve iş bırakmaları hepimizin malumu olduğu gibi kanıksanır bir hale geldi.

Çalışanın hakkını vermek, ücret dağılımında denge ve tutarlılık, özlük haklarında insani ve adil iyileştirmeler, baskılanma ve şiddetten uzak hastayla ilgilenebilme hepimizin kabul ettiği ve olması noktasında savunduğu ihtiyaçlardır. Buraya kadar kimsenin bir itirazı yok. Benzeri hakların istenmesi ve verilmesi, öfke boşalımı ve şiddetsiz bir ortam tüm çalışma alanları ve sosyal ortamlar için olmalıdır. Mal, can ve nesil güvenliği her kesim için lazımdır. 

Şiddet, hak gaspı, ihmal ve iğfal kimden kime yönelik olursa karşısında olunmalı, reddedilmelidir. Dinine, kimliğine, cinsiyetine, makam ve imkânına bakılmaksızın mağdur olan, zulme uğrayan ve hakkı elinden alınan yanında ve safında durulmalıdır. Ama şiddet, mağduriyet, görev, makam, iş, idare ve yönetim gibi kavramların arkasına sığınarak hiç kimsenin görevini ihmal etme, sorumluluğunu yerine getirmeme, toplumsal düzeni bozma hakkı yoktur.

Doktor, öğretmen, polis, imam veya başka bir iş alanında çalışan, istihdam edilen hakkını istiyorsa verilmelidir, ücret iyileştirmesi istiyorsa yapılmalıdır, güvenilir ve güvenlikli bir çalışma ortamı istiyorsa sağlanmalıdır, özlük hakları ile ilgili haklı ve gerekli düzenlemeler istiyorsa yasal koruma oluşturulmalıdır. İktidar veya yetki sahipleri haklar noktasında grev, iş yavaşlatma, yürüyüş, basın açıklamalarıyla sıkıştırılmak isteniyorsa sendikal haklar devreye sokulmalıdır.

‘Ben mağdur oldum, haklarım verilmedi, şiddete uğruyorum!’ diye tüm bir toplumu da mağdur etme, zor durumda bırakma diye bir realite yoktur, olamaz da. Sağlık çalışanlarına, doktorlara yönelik hiçbir şiddet ve saldırı savunulamaz ve geçiştirilemez; ama halkın canı gibi, sıhhati gibi hayati bir konulardaki ihmaller de göz ardı edilemez.

Benim kafama bir taş değdi diye herkesin başına taş değmesini istemek ne kadar doğrudur?

Canımızı Allah’ın Şafii isminin tecellileri olduklarına inandığımız doktorlara teslim ederken onların can endişesiyle canları tehlikeye atması akıl karı değildir.

Hele hele doktor veya sağlıkçı olmaları hasebiyle halka tepeden bakma, insanları aşağılama gibi bir hakları yoktur ve olamaz.

Türkiye’de yıllık ortalama muayene olan insan sayısı ortalama 300 milyondur. 2021 yılı itibariyle şiddete uğrayan sağlıkçı/vaka sayısı 364’tür. Şiddet ve saldırganlık oransal olarak devede kulak gibi duruyor. Bu sayı bir kişi de olsa tasvip etmiyoruz; ama 299 milyon 999 binin üzerindeki sabırlı ve tahammüllü hastayı da ödüllendirmek lazım değil mi?

Aylarca randevu arayan, günlerce sırada bekleyen, yanlış teşhise bağlı olarak sakat kalan ve ölen; ihmal edilen, hastane yollarında perişan olan hastaların haklarını acaba kim savunacak?

O zaman öldürülen her polis için emniyet iş bıraksa sokakların güvenliği ne olacak?

O zaman öldürülen her öğretmen için eğitime ara verilse eğitim ne olacak?

Öldürülen her kadın için anneler annelik görevini terk etse masum bebelere ne olacak?

Uzayıp giden benzer onlarca kıyas ve soru…

Ortada sorun varsa çözüm olmalıdır.

Çözüm arayışı da soruna dönüştürülürse o zaman gel ayıkla pirincin taşını…