Hayat pahalılığı… Fiyatların fazlalığı… Belki de son zamanlarda en çok konuştuğumuz ve duyduğumuz iki ifade… Bu iki ifadeyi hep geçim, maddi ihtiyaç ve mal eldesi üzerinden konuşup değerlendiriyoruz. Evet, hayat gerçekten pahalıdır, fiyatlar fazladır. Bugün aldığımızı yarın aynı fiyata alamıyoruz. Bugün cebimizde olan birkaç kalem ihtiyaca yetiyorsa, belki de yarın bir veya yarım ihtiyacımızı karşılamaya kâfi gelmeyecek. Maddi bağlamdaki pahalılık ve astronomik rakamlar üzerinden eleştiriyor, veryansın ediyor, protestolar geliştiriyor; hatta bazen işi düşmanımızın hesabına yarayacak kırgınlık ve dargınlıklara vardırıyoruz. 

İnsanoğlu garip bir varlıktır. Yaşamı boyunca, öncellikli ihtiyaç ve anlayışına göre gelişen olaylara bakar, ona göre konumlanır ve tepkiyi de ona göre geliştirir. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi de bu bağlamda oluşturulmuştur. Oysa bu hiyerarşi sadece maddi boyut ve bedensel beklentiler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. İnsanın öncellikli ihtiyacı ahiret hayatı ve bu hayatın dibacesi imtihan boyutu ve manevi beklentiler ihtiyaçlar hiyerarşisine dâhil edilmemiştir.

Son birkaç yıldır, malumumuz genelde dünya, özelde ülkemiz bir ekonomik darboğazın içine girmiştir. Alım satım, üretim ve tüketim dengesinde makas alabildiğine açılmıştır. Temel ihtiyaçları karşılamak için dahi astronomik paralar ve maaşlar gerekmektedir. Doğal olarak, insanlar da bir vaveyla ve yakarış içindeler.

Peki, insanlar vaveyla koparmakta ve yakarmakta haklılar mı?

Bu soruya ‘Evet’ dememek mümkün değildir?

Hem de sonuna kadar haklılar… Ama burada bir ikilem ve tezata dikkat çekmek zorundayız.

Evet, hayat gerçekten pahalıdır ve pahalı olmalıdır da… Hayatın her saat, dakika, saniye ve her anı o kadar kıymetli ve değerlidir ki bütün maddi imkânlar bu hayatın bir nefeslik kıymeti yanında bir hiç kalır. Hayat, bu kadar pahalı ve hayattaki sözlü ve fiili davranışların karşılığı olacak fiyatlar o kadar yüksek olmasaydı ayet-i kerime hayatın her anına dair kazanım veya kaybına zerre miskali bir hesap yapar mıydı?

Hayat, pahalı olmasaydı; müşterisi olduğumuz cennet ve cehennem biletini kazanmak adına her anın hesabı sorulur muydu? Alış veriş sepeti hayır ve hasenatla doldurulmuşsa mükâfat; şer ve kötülükle doldurulmuşsa azap gibi iki yüksek fiyat biçildiğini bilmeyenimiz yoktur. Ve ilginçtir, hayatın pahalı ve fiyatların yüksek olduğu noktasında bizler alabildiğine nazik bir dille de uyarılmışız.

Hayat sadece maddi beklentilerden, beden ve mide ihtiyaçlarından mı ibarettir?

Hayatın dâhilinde olan başka alanlar yok mu?

Fiyat fazlalığını konuşmamız gereken başka insani durumlar ve ebedi yarınlara dair alımlar ve eldeler yok mu?

Bir de hayatın ucuzluğu veya pahalılığı konusuna hakikat noktasından, manevi açıdan, ruhi bağlamdan ve imtihan boyutundan bakmalı değil miyiz?

Doyurulması ve tatmin edilmesi gereken sadece midemiz ve bedeni hazlarımız mıdır?

Ruh dediğimiz içimizdeki öteki ‘ben’ bağlamında da doyum ve itminan olmalı değil midir?

Boğazından, midesinden ve sofrasından eksilen lokmalar için bu kadar vaveyla koparan, yakarış halinde olan insanlar kaybettiği manevi değerleri, yitirilen ahlak ve elden kayıp giden nesil için neden vaveyla koparmaz, harekete geçmeyi düşünmez?

Hükümeti, idarecileri, ekonomik sistemin üsten alta kadar olan tüm mesullerini eleştiren, ekonomiyi düzeltmeye çağıranlar köşe başlarını kuşatmış günah yuvaları, şer odakları ve evlerinin içine kadar döşenmiş maneviyatı tahrip eden, ahlakı tarumar eden mayınları da görmek ve karşı durmak zorunda değiller mi?     

 Boğazı ve midesi için bu kadar tepki veren, ortalığı toza katanlar bu konuda ne kadar haklı olsalar ruhu ve maneviyatı için üç maymunu oynadığı için o kadar haksızlar.