Dün Adana’da Türkiye’nin değişmeyen, bu sistem ve kafayla değişmeyeceğini düşündüğümüz bir yüzüne bir kez daha şahitlik ettik. Polis devleti havası ve orantısız güç kullanma, kadına şiddet ve tesettüre saldırı… Yine, bir başka gerçekliğe şahitlik ettik. Yaşanan olaylarda herkesin kendi tarafına göre olay değerlendirmeleri…

Yok, polis haddini aşmışmış.

Peki, polise bu fırsatı veren kim?

Ayaklar suçlu, baş masum mu?

Yok, hedefte başörtülüler yoktu. Terörist girişimler ve yasadışı eylemler vardı.

Peki, cezalandırma şekli ‘cop, tekmeleme, tezyif, tahkir ve kadına şiddet mi’ olmalıydı?

Yok, Kuytul denilen şahıs her zaman bu tür provokatif girişimlerle kadını öne sürüyor.

O halde yanlış, şiddetle mi düzeltilmelidir?

Haklı veya haksız bir talebi olan, bunun için toplanan, eylem yapan ama elinde silahı, topu ve tüfeği olmayan insanlara -hele hele kadınlara ve özellikle 28 Şubat’ın mağduriyeti üzerinden başörtüsü edebiyatı yapanların tesettürlü kadınlara- tepkisi bir cephe gibi saldırganlık mı olmalıydı?

Bu konuda iktidar içinde palazlanan aşırı ırkçı, çetevari ve ulusalcı yapılar ne kadar suçluysa iktidar da böylesi yapıları bazı bahaneler ya da ittifaklar hürmetine(!) içinde barındırdığı için o kadar suçludur. Birçok ilde -özellikle Adana’da- yapılanan bu meşum yapılar, Türkiye halkları ve Müslüman yapılar için büyük bir tehlike arz etmektedir. Polisin uyguladığı bu orantısız güç kullanımı, şiddet eğilimi ve tesettürlü kadına dahi el ve cop kaldıracak vicdansızlığı sadece birkaç kişiye, ekibe mal edilmemelidir. Dipten tepeye kadar bir silsile ve amir memur zinciri içinde bu olayın ve benzer olayın müsebbipleri deşifre edilmeli ve yargılanmalıdır. Burası, Dingo’nun ahırı değildir. Müslüman halk da Kemalist ve sol iktidarlarda olduğu gibi muhafazakâr iktidarlarda da kimsenin şamar oğlanı değildir. Bir gözün hatırına da haksızlık, yanlış ve veballeri kabul edecek, göz yumacak da değiliz, olmamalıyız.

Bir kadına, özellikle tesettürlü bir kadına uzanan el, ne niyetle olursa olsun kırılmalıdır. Örtülü polisin eliyle tesettürlü kadınları coplamak alçaklıktır. Tesettürlü kadınları öne sürüp rol devşirmek ve İslami mücadele ayağına yatmak da benzer bir alçaklık olup art niyetten başka bir şey değildir.

Dün Adana’daki olayda sebep ne olursa olsun polisin böyle insafsız, vahşi ve fütursuzca davranma hakkı yoktur. Ortada bir suç veya suçlu varsa bu işin yolu ve yordamı vardır, olmalıdır. Adına yargı denilen kurumlar vardır, ceza infazı yapacak mahkemeler vardır. Her beline silah takılan, eline telsiz verilen başımıza Deli Dumrul kesilecekse o zaman bizler 28 Şubatlara karşı niçin direndik, 15 Temmuzlarda niçin sokaklara indik? Dün, okullara bacılarımız başörtülü alınmıyor, ikna odalarına alınıyor diye mücadelenin tüm zorluklarına göğüs geren bizler bugün başörtülü polis eliyle tesettürlü kadınları coplatıyorsa veya buna göz yumuyorsa ya da bunu kişisel hadsizliğe indirgeyip kendini yine mazlumların hamisi ilan ediyorsa ‘Vah halimize, eyvah insanımıza!’ demek az bile geliyor.

Dün Adana’da yaşanan olay karşısında şunları demekten kendimi alamıyorum:

İmam Hatip ve tesettür camialarının yarım asırdır süregelen dava şuuru ve mücadele atmosferi; 28 Şubat sürecindeki işkence ve zulümlere direniş hep geldiğimiz nokta için miydi?

Adana’daki kin ve nefret neyin kusmuğu olarak başörtülü kadınlara cop ve tekme olarak iniyor?

Yoksa benim başörtülüm cici de seninki böcü mü?

Yoksa dün ‘devlete karşı’ kutsallığına itiraz edenler devlet değişmediğine göre ben ‘devlet kutsal’ dediği için kutsal mı sayalım?

Yapılanları Kuytul ve benzerlerinin hezeyanları deyip sineye mi çekelim?

Şairin dediği gibi;

“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!

Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırma da geç git! , diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu…”