Miracı, Kudüs’ü ve kul olabilmeyi konuşuyoruz.

Dünyayı, siyaseti ve ekonomiyi konuşuyoruz.

Savaşı, barışı ve yarınları konuşuyoruz.

Rusya’yı, Batı’yı ve Ukrayna’yı konuşuyoruz.

Zalimleri, mazlumları ve kendi çektiklerimizi konuşuyoruz.

Koronayı, ötekileştirmeleri ve helalleşmeyi konuşuyoruz.

Taraflı olmayı, tarafsız olabilmeyi ve kendimiz olmayı konuşuyoruz.

Gençleri, aileyi ve imkânları konuşuyoruz.

Yazı kışı, çiçeği ve börtü böceği konuşuyoruz.

Elhasıl, gündüz konuşuyoruz, gece konuşuyoruz.

İç dünyamızda, arkadaşımızla ve hasımlarımızla konuşuyoruz.

Elbette konuşacağız, konuşmak insan olmamızın en anlamlı ve tatlı yönü…

Konuşma birbirimizi tanıma, birbirimizle anlaşma ve kaynaşmanın en sağlam yönü…

Düşünmek ve konuşmak, biz insanı diğer canlılardan ayıran en mühim vasıf...

Konuşma ve dil, konuşulanlar ve anlatılanlar sahibinin akli seviyesini ve fikir yapısını gösteren pürüzsüz bir ayna... Dolayısıyla insanı insan yapan dilidir.

Bu bağlamda konuştuklarımızın ne anlama geldiğini, kime yaradığını, ne neticeler doğuracağını bilmeden konuşmak bir cehalettir.

Sadece konuşmak için konuşmak, taklidi ruhla her konuşana dil olmak, konuştuğuyla kardeşi incitmek ve düşmana prim vermek bir eblehliktir.

Konuşulanın düşünce imbiğinden süzülmemesi, kalp desteğinden yoksun kalması ve hakka hizmet etmemesi bir yoksunluktur.

Konuştuklarımız bizi kendine esir ediyorsa, fitneye ivme kazandırıyorsa, dostu incitip düşmanı mutlu ediyorsa en büyük bir eseftir.

Konuşmak ve yazmak hakkımız; ama her yerde bunu yapmak hakkımız değildir.

Konuşmalar mazluma güç, adalete hizmet ve hakka ses oluyor, çare üretiyorsa konuşalım.

Konuşmakla kalmayalım haykıralım.

Haykırmakla kalmayalım harekete geçirelim.

Harekete geçmekle kalmayalım zalime korku, mazluma imdat olalım.

Biliyorsak âlim tavrıyla, hikmet edasıyla ve tevazu makamında konuşalım.

Bilmiyorsak, bildiğimizi sanıyorsak, bildiklerimiz sağdan soldan aşırdıklarımızsa adamlık adına, sorumlu olmama endişesiyle susalım.

İlla konuşacaksak ‘Birileri ne der? Herkes konuşuyor ben de konuşayım. Şimdi konuşmayacaksam ne zaman konuşacağım!’ edasıyla değil şu ayet ve hadis nazarıyla konuşalım:

“Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç, Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. Kötü bir sözün durumu da yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olmayan kötü bir ağacın durumu gibidir. Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır…’(İbrahim:24-27)

“İnsan sabahlayınca, bütün azaları dile müracaat eder ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork! Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz.” (Tirmizî, Zühd, 61)