Bir kavga, yarış veya savaşta kaybetmenin önemli bir nedeni psikolojik bağlamdır.

Kişi, kendini yetersiz görürse yenilir.

Kişi, rakibini güçlü görürse yenilir.

Kişi, ürker ve korkarsa yenilir.

Kişi, rakibinin hilelerine karşı güçsüz davranırsa yenilir.

Kişi, rakibinin çaba ve gayretleri karşısında nemelazımcı davranırsa yenilir.

Kişi, rakibine karşı rakip konumda değil taklit ve özenti konumunda olursa yenilir.

Kişi, rakibini ‘sanat, sinema, teknoloji, edebiyat ve yaşam tarzı’ adına yüceltiyor; onun vitrine çıkardığı ‘isim, kavram, nesne veya kişileri’ idol olarak kabul ediyorsa yenilir.

Kişi, kendi iç dinamiklerinin farkına varmaz, rakibinin zaaflarını kollamaz ve onun da kendisi gibi muhakkak zaafa uğrayabileceğini düşünmezse yenilir.

Kişi, düşmanlarını yaklaştırmak için dostlarını uzaklaştırırsa yenilir.

Kişi, kendi kavramları ve ahlakı yerine düşmanın kavramlarına hayranlık beslerse yenilir.

Hele hele bu kişi Müslüman ve düşmanları da bilumum kâfir, facir, emperyal, laik ve ahlak yoksunu dinozorlarsa bu yenilgi sebeplerini iyice bilmelidir. Bilumum rakip ve hasımlarına karşı dinini, değerlerini, nefsini, ailesini ve toplumunu koruyup kollamalıdır.

Ayetin diliyle Allah(c.c) “…kâfirlerin kalplerine büyük korku salacağız.’ Ve Hadisin diliyle Peygamberimiz(s.a.v) ‘… Bir aylık yol kadar yerden (düşmanımın kalbine) korku (salmak) ile yardım olundum.”

Gerçeği ortada olduğu halde İslam düşmanları niçin bizden korkmuyor?

150-200 yıldır her alanda neden onların hüküm ve tasallutuna maruz kaldık?

Onlara özenmemizin, bezenmemizin ve onları taklit etmemizin sebebi ne?

İslam’a saldırılıyor ağlıyoruz, belki de birkaç sözlü tepki… Ya sonrası aynı hal…

Kur’an’a saldırılıyor sızlıyoruz ve akabinde birkaç slogan… Ya sonrası aynı ahval…

Peygamberlere ve aziz insanlara saldırılıyor üzülüyoruz… Ya sonrası birkaç kil u kal…

Ezan, tesettür ve aileye saldırılıyor figan ediyoruz… Sonrası ağza çalınan bir kaşık bal…

Adamın biri karın bölgesinden darbe yer, ‘Ah sırtım!’ der. Ona ‘Niçin, ah sırtım diyorsun?’ diye sorulunca o da ‘Eğer sırtım sağlam olsaydı karnımdan darbe almazdım.

Aynı bizim halimiz… Sırtımızı Allah’a, Kur’an’a, Peygambere, salih insanlara ve Müslüman camia ve kişilere vermemiz lazımdı. Sırtımızı kendi elimizle boşalttık. Adına ‘moda, ihtiyaç, ırk, medeniyet ve çağdaşlık’ adına denilen bir sürü boş/beleş ve saçma şeylere sırtımızı dayadık. Sonra laiklik adı altında, Kemalizm adı altında, demokrasi adı altında, sanat adı altında, spor adı altında ve daha bir sürü şey adı altında Müslümanlık ve İslam suçlu, sanık sandalyesine oturtuldu.

Bizi yok etmek için cephelere sürdüler, doymadılar. Darağaçlarına çektiler doymadılar, sürgün ettiler, zindanlara attılar doymadılar. Camilerimizi kapattılar, Kur’an’ımızı yasakladılar, tesettürümüze kastettiler doymadılar. Sessiz kalmamızı sağladılar, konuşmamızı engellediler doymadılar. Bunlar, şeytanın hak yola sürülen fitne ve ifsat ordusu oldukları için asla doymayacaklar.

Şimdi de bizden dinimizi, dünyamızı, ahiretimizi, ahlakımızı, gençlerimizi ve her şeyden öte ailemizi istiyorlar. Emin olun, bunları da versek doymayacaklar. Biz onların karşımıza ‘Mustafa Sandal, Cihad Kısa, Enes Kara, Sezen Aksu, Tarkan’ gibi isimlerle karşımıza çıktığına aldanmayalım. Onların toru topu aynıdır. Onlar, bu ülkenin Kara Vebası Kemalizm’in gönüllü virüsleridir. Onları doyuracak olan ancak alevli ateştir; ama o ateşten önce bizim imanımızla, ahlakımızla, direncimiz ve direnişimizle onları kin ve öfkelerinde boğmamız gerekmiyor mu?