Ölüm, kadın erkek, genç ihtiyar, zenginlik fakirlik, sağlık hastalığa endeksli değildir. Herkes için tayin edilmiş bir ecel vardır. Hem yaşlanma, çok gün geçirme de insana bir sıkıntıdır. Bunayınca, elden ayaktan düşünce, belin bükülünce evlatların da sana bakmak istemeyecek. Vefasızlık ve hayırsızlık kendini gösterecek.

Ölüm, bir yere girince destursuz, rahatlıkla girer. O, sipariş veya randevuyla gelmez ve gelince de vaktini ertelemez; çünkü o ilahi takdirle hareket eder. Nereye gideceği de, kimin canını alacağı da kestirilmez. Hem girdiği ev de yetim mi kalınır, geride gözü yaşlı mı kalır, umursamaz.

Ey nefis! Sen ahmak eşek gibisin! Eğer böyle bir tıynetin olmasaydı bilirdin ki, padişahın mülkünde aracı ve elçilere minnet edilmez, bir iki menfaat için onlara yaltaklanılmaz. Eğer senin bakışın ibret bakışıysa ey nefis! Zayıf güçlü, sağlam hasta, fakir zengin, akıllı deli, mümin kâfir insanlara bak da ibret al! Onlardan kimler gitmedi ki, dünya kime yar oldu ki, sen bu dünyadan nemalanma heveslisi kesildin.

Hem ömür dediğin bir bakilik mi?

O zaman eyvah, bak bir rüya gibi geldi, geçti.

Ölüm yolu açıktır. Bilet istemez, pasaport gerekmez; ama azık olarak salih amel ister. Ağa için de paşa için de aynıdır bu yol. Kimseye öncelik verilmez yola koyulsun veya yola çıkışı geciksin diye. O vakitli bir sonuçtur.

Nefis, sen harissin, doymak bilmezsin. Bir artı elde ettin mi, daha istersin. Elindekiyle yetinmeyen bir nankörsün. Alakan ve hakkın olmadığı halde de her şeyi karıştırırsın.

Mal ve evlad bir fitnedir, imtihan aracıdır. Mala tamah eder, evladı adarsan seni yakıcı aleve sürüklerler; ama malı Allah için harcar, evladının da salihliğine çalışırsan seni ebedi nimetlere ulaştırır. Hem bu aldatıcılık içinde ölüm gelse nereye gideceksin?

Dünya malı, sana yar; toprağı sana mal olmaz. O dünyadan bir devr-u daim misali hep birileri yer ve imkânlarından, arazilerinden birileri istifade eder. Malın yiyicisi, mülkün tapu sahibi de olsan sonu fani olan bir hayatın bitişidir, ölüm.

Sağın solun korumalar, ayaklarının altına serili halılar, rahatlıkla sırtını dayandığın koltuklar, hangisini yiyeyim diye başını dolandıran sofralara sahip olsan da bunca imkân ve nimet içinde öte tarafa götüreceğin ancak birkaç metre kefendir. Madem, varacağın yer kabir, mezardır. Sana lazım olur, salih amel azık olarak. Nekir ile Münker, zaten seni imtihanına olan ilgin ilgisizliğin, doğruluğun yalancılığın sebebiyle sorgulayacak.

Gözetlendiğini, kameraya alındığını bilen biri davranışları itibarıyla lakayt, laubali ya da edep dışı davranmaz. Oysa ilm'el yakin olsa da hakk'el yakine ulaşmayan bir inanç eksiliğidir ki iki omzumuzda bizimle beraber gözetleyici ve amellerimizi kaydedici durumda bulunan iki melekten gafiliz. Rahat bir tavırla nefsi arzulara dalıyor, zevk ve eğlence meydanına dörtnala koşuyoruz. Heyhat bil ki, o iki yazıcı/kameraman melek hayır günah, iyilik kötülük, leh aleyh adına ne varsa yazacaklar ve amel torbanı mahşer meydanında boynuna asacaklar. Haksızlık ettiğin, gönlünü kırdığın, haysiyetiyle oynadığın, küçümseyip alay ettiğin... Ne kadar hak gaspına uğramışlar varsa bir alacaklı gibi kapına gelecekler.

Ey nefis! O çiçekten bu güle, o gülden şu fesleğene konup her birinden nemalanmak isteyen, yamaç aşağı, tepe yukarı uçan bir arı misali sen de dünyadaki her arzuyu tatmak ve yaşamak istersin. Hiçbir menfaatten geri kalmak istemezsin! Bil ki bu sonuçsuz bir yorgunluktur; nasılsa varacağın yer dar kabirdir.

Sen ki ölüp kabre gideceksin! Boş ve gayesiz savunucusu kesildiğin davan, izm'ler geride kalacak ve kabrin cehenneme veya cennete açılan bir deliğe dönüşecek; oysa deliklerinden de sana pay ancak akrep, yılan ve çıyanlar kalacak! (Devam edecek)