BMGK’nın dayatması diyebileceğimiz "Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi" üç gün önce meclisten geçti. Duyarlı birçok STK, yayın organı ve kişinin göstere göstere gelen tehlikeyi hatırlatmasına ve tepkisine rağmen kanun teklifi yasalaştı. Her ne kadar, tepkiler doğrultusunda teklifin ilk hali üzerinde olumlu sayılabilecek düzeltmeler yapılsa da suiistimale açık bir şekil üzerinden teklif kabul edildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her platformda ‘Dünya 5’ten büyüktür’ söylemine rağmen 5’li çetenin hazırlattığı bu yasa, iyilik hareketleri olarak bildiğimiz STK’ları işlevsiz ve güçsüz bırakacaktır.

STK’ların insani ve iyilik faaliyetlerini engelleme ve kısıtlama hakkını içeren bu düzenleme ile İçişleri Bakanlığı derneklere her türlü yaptırım ve kayyum atama hakkına sahip oldu. İyi niyetli olmayan bir idareci rahatlıkla dernekler üzerinden sivil toplum iradesini gasp etme hakkını kendinde bulacak. Artık dernek ve vakıf yöneticileri “terör” soruşturması bahanesiyle, rahatlıkla görevden alınabilecek veya yerine kayyum atanabilecek.

Bankaya kayyum, partiye kayyum, STK’ya kayyum… Yakın yarınlarda evimize de kayyum ataması teklifi bize dayatılırsa şaşırmayalım. Aslında İstanbul Sözleşmesi’nin sahaya yansıması bunu aratmıyor. Teklifin yasallaşması üzerine hükümet ve hükümeti aklama arzulu kişiler, ‘zararsızlık’ yönünden temin etmeye çalıştılar. Maalesef biz bu kadar iyi niyetli düşünemiyoruz. Evet, AK Parti iktidarıyla reel alanda birçok kolaylık, esenlik ve yıkılan tabular var; ama bunların yasal boyutu hiç de öyle değildir. Aynı yasalarla başka bir hükümet yarın öbür gün İslami STK’ları rahatlıkla kapatabilir, yönetici ve üyelerini terörist ilan edip cezaevine atabilir.

Bahreyn, Suud, BAE gibi ülkeler İsrail’le normalleşme sürecine girip direkt teslim oldular. Tepkiler, sahaya cihad atı sürer gibiydi. Oysa bu yasal düzenleme, bu ülkelerin doğrudan yaptığının bizde çalıya dolanıp yapılmış halinden öte bir şey değildir. Etliye sütlüye karışmadan, siyonist vahşetle normalleş! Birçok dış dayatma ve telkine ‘Ey bilmem ne ne!’ denilip karşı çık, sonradan ne niyetle olursa olsun onun dediğini ‘uluslararası bilmem ne!’ diye yumuşat! Bu olmaz, bu ikiyüzlü bir siyasettir. Yaptıklarına kulp bulmak için de ‘reel politik’ lafı da iyi bir sığınak olmuş. Mavi Marmara davasında da aynı yanardöner, ikiyüzlü siyaset şehitlerin kanına tuz biber ekmemiş miydi?

Maalesef, 28 Şubat’ın dayakçı zalimleri bugün yerini mahallemizin entegrasyon ekibine bıraktı, bırakacak!

İyilik hareketlerini yok etme, kabilinde gördüğümüz teklif yasallaşırken muhalefet ‘Yasayı geçirmeyin!’ diye neredeyse yalvardı. ‘Dönüp sizi vurur dediler.’ Ama iktidar aşkı ve reel politika rehaveti’ gözleri kör etti. Bu türden art niyetli, düşmanca veya iyi niyetli ama vahim neticeli girişimler İslami yapıları kalem kalem hesaba katmıyor. İslami̇ ve insani tüm duruşları aynı görüp bir potada sindirmek istiyor.

Teklifin düzeltilmiş yasal hali bile sivil toplum için muhtemel tehlikeyi ve tehdidi bertaraf etmeye kâfi değildir. Tarihsel bilinç, müspet birikim ve yarınların inşa süreci adına doğrudan veya dolaylı sorumluluğu olan iyilik hareketleri bu ve benzeri tüm soğuk gerçeklere karşı ‘bir uyaran ve uyandıran’ rolünü ısrarla sürdürebilmelidir.