Tarih boyunca insanlar arasında mülkü anlamlandırma, mülkün sahibini tanıma, reddetme, mülke sahip olma ve mülkten nemalanma veya adaleti tesis etmeye bağlı bir sömürü veya paylaşım mücadelesi söz konusudur. Ebu Cehil’in “Ben Muhammed’in peygamber olduğunu biliyorum; lakin Muhammed efendilerle köleleri eşitlemek istiyor.” Sözü bunu teyid etmektedir:

Mülk ve kazanç kutuplaşması ‘yoksul zengin’ gibi toplumsal sınıflar ortaya çıkarmış. Geleneksel bağlamda fakirlik, modern anlamda yoksulluk ‘komünizm, kapitalizm ve liberalizm’ gibi ideolojilerin ayağında bir top misali birinden diğerine atılırken hırpalandıkça hırpalanmış. Beşeri kurgularda yoksullar bazen politik yaklaşımlarla masaya yatırılmış ve sosyo yapı içinde onların payına ‘terk edilmişlik, unutulmuşluk, itilmişlik ve şehrin varoşları’ düşmüştür.

İnsanlar, ‘ırk, cins, dil, coğrafya, sağlık ve imkân’ yönüyle birbirinden farklıdır. Kimi zengin, kimi yoksuldur; bazısı sağlıklı, bazısı engellidir; birileri kırsalda yaşar diğer birileri şehirde. İnsanlık tarih boyunca bu gerçeği yaşadı ve şahit oldu. Fakat bu gerçeklik, insanlar birbirlerini ezsinler, mal istifinde Karun gibi şımarsınlar, kapitalist bir yaklaşımla malı tekelleştirsinler, komünist bir algıyla mutlak eşitlik içinde sınıf düşmanlığı devşirsinler diye değildir. Bu gerçeklik şunun içindir: İnsanlar çeşitli sorumluluklar ve toplumsal statülere bağlı olarak birbirlerine yardım etsinler, merhametli davransınlar, adaleti elde bırakmasınlar, iyilik yarışında bulunsunlar.

Yoksulluk, günümüz dünyasının başat sorunudur. Bu, ülkelere bağlı farklı seyretse de hem zengin hem de fakir ülkeler için çözüm beklemektedir. İlk dönemlerde kabileler arası savaşlar, çoğunlukla üretenin elinden ürünü almak için yapılmış; zayıf ve mazlumların sorunları geleneksel ve dini yöntemlerle çözülmeye çalışılmıştır. Yoksulluk, Sanayi Devrimiyle daha büyük boyutlara ulaşmıştır. Liberalizm ve Kapitalist yoksulluk “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”  bakışıyla soruna yaklaşmış ve iyi kötü halden kişinin sorumlu olduğunu, buna müdahale edilmemesi gerektiğini savunmuştur.

Ortaçağ, üretimde küçük toplulukları ve basit üretim araçlarını esas alınmıştır. Bu dönemde “lonca sistemi/esnaf dayanışmasında” üretim paydaşı usta, kalfa ve çıraktır. Burada çalışma sınıfları arasında yatay ve dikey bir geçiş söz konusudur. Sanayii devrimi ve makineleşme ile üretimdeki denge aleyhte bozulmuştur. Şehirleşme ve bilişim yüzyılı olarak nitelenen son iki asırda pragmatik yaklaşım zenginlerde ‘kazancım benimdir, kazancımı kimseye yem etmem, sülük gibi yapışıyorlar’ söylemiyle bencil, kibirli ve gasıp bir kişilik oluşturmuş. Yoksullarda ise bezgin, kaderci bir bakış veya çeşitli fasid örgütlerin elinde asi, yıkıcı ve tahammülsüz bir yaklaşım ortaya çıkarmıştır. Bir damla petrolü milyonların kanına tercih eden küresel liberalizm, bir anda küreselleşen bir yoksulluğu insanlığa bela etmiştir.

Mülkün gerçek sahibi olarak Allah’ı gösteren İslam ise mal paylaşımına ifrat ve tefrit noktasından değil vasat noktadan yaklaşmış. Yoksul ve varsılı, fakir ve zengini ‘paylaşma, gözetme, farkına varma’ basamaklarıyla buluşturmuş. Zekât, infak, sadaka gibi vesilelerle fakirle zengin arasında bir buluşma köprüsü inşa etmiş. Fakirin zengine hürmetle, zenginin fakire sevgiyle yaklaşmasını sağlamış. Pragmatist ve hodgam Batı aklını batıl ilan ederek faydalanan ve faydalandıran biz/ümmet birlikteliğini ilan etmiştir.

Batıl akıl, ilk önce yoksulluğu ortaya çıkarmış ve sonra yoksulluğun aşılması için milyar dolarlar harcamıştır. Ama bu konuda sınıfta kalmıştır. İslam ise, bu sorunu kolay, masrafsız ve minnetsiz çözmüş, çözüm olarak şunları sunmuştur:

Yusuf ARİFOĞLU