Bir iki haftadır TRT 1 ve birçok TV kanalında cinsiyet eşitliğine ‘diyalog, replik ve anlatım’ olarak vurgu yapılıyor. Son iki yazım bu meşum projeyle ilgili olduğu için mi yoksa gerçekten bu noktada bilinçli bir teyakkuz mu var? Bilmiyorum; ama bu konudaki girişimler alabildiğine arttı. Dizisinden reklamına, tiyatrosundan çizgi filmine, konferansından paneline, resmi kurumlardan sokağa kadar bir ‘cinsiyet eşitliği!’ fantezisi almış başını gidiyor. Fanteziden de öte bir hayat tarzı olarak dayatılan bir çalışmadır, önümüzde duran.
Toplumsal cinsiyet eşitliğiyle kadın erkeğin hak ve hukuk yönüyle eşitliği, diyorsa hepimiz ‘eyvallah!’ der ve bu projenin uygulanması için elimizden geleni ardımıza koymayız.
Kız çocuğuna karşı ayrıştırıcı bir bakış, algı mı var? Karşısında biz varız!
Kadına yönelik baskı ve şiddet mi var? Önlemek ve bununla mücadele bize düşer!
Toplum kadın erkek, genç yaşlı, fakir zengin ve yönetici yönetilen ayrımı içinde bir taraf dezavantajlı mıdır? Sosyal destekleme, dayanışma ve hizmetin alasına hazırız.
Toplumsal eşitlik projesinde kazın ayağı hiç de göründüğü gibi değildir. Bu projenin temel amacı sosyal bir varlık olan insanı zihinsel bir similasyonla biyolojik bir varlığa evirmektir. Cinsiyet yok, aile yok, örf yok, ahlak yok! Ya ne var? ‘Kim kime dum duma’ ve ‘ne zaman, nerede, ne şekilde ve kiminle, sana ne?’ diyen insan bozuntularına ses çıkarılmaması, yaptıklarının meşrulaşması ve toplumda baştacı(!) edilmeleridir.
Sosyal hayatı manevi dayanaklarından koparmaya teşne TCEP parti, sendika, dernek, kurum, festival, film ve sanatçı önadı ile birçok meşum oluşum ve kişilerden destek alsa da en büyük desteği İstanbul Sözleşmesi’nden almaktadır.
İstanbul Sözleşmesi ve TCEP tencere kapak misalidir, biri diğerinin hem sebep hem sonucudur. İstanbul Sözleşmesi, her açıdan tartışmalı olan ve kendisinden konuşunca her yönüyle elde kalan toplumsal cinsiyet kavramına dayalı bir metindir. İstanbul Sözleşmesi, adeta bu uğursuz, ahlaksız, rezil ve yaratılış kodlarına düşman proje için ulusal ve uluslararası zeminde yasal bir arka çıkış, sarılacak bir kılıf ve karşı çıkanları kesecek olan ‘Demoklesin kılıcıdır.’ Türkiye’de ise Resmi Gazetede yayımlanmakla yasallaşan 34 sayfalık bu sözleşmenin 24 yerinde ‘toplumsal cinsiyet’ kelimesi geçmektedir.
İnsan kalabilen herkes için aile ‘akraba ve kişi muhabbet, hürmet ve dayanışması; nesil devamlılığı’dir. Kadına erkeği, erkeğe kadını eş olarak; ikisini de çocuklara anne baba olmayı ve ailevi problemlerde aile içi uzlaşıyı çok gören İstanbul Sözleşmesi aile kurumuna konulmuş bir dinamittir. Maalesef hükümet, bakanlıklar, bürokratlar ve akil insanlar da basiretlerini yitirmişçesine bu sözleşmenin uygulanması için can hıraşane çalışıyorlar
Hayâ duygusu kalmamış bireyler,
Her türlü sapkınlığı doğal gören zihinler,
Olmamış ve düşünülmemiş söz ve davranışları dahi kadına şiddet gören eblehler,
Nikâhlı ama erken yaşta evlendi diye hapse atılan kocalar ve mağdur kadınlar,
Kendi isteğiyle ilişkiye girdiği için dokunulmazlık zırhına bürünenler,
Eşi boşanıp başka bir erkekle evlense veya zina etse de nafakaya mahkûm edilenler,
Dağılmış aileler ve iletişimsiz bir toplum
Say sayabildiğin kadar… Bu felaket, bu yıkım ve bu facia dolu tablo İstanbul Sözleşmesi’nindir. Bu sözleşmeye doğrudan veya dolaylı rıza gösteren, uygulanması için koşan ve koşturan, konuşan ve yazan herkes bu vebalin ortağıdır.
‘Kim zerre kadar iyilik yaparsa karşılığını görür ve kim de zerre kadar kötülük yaparsa karşılığını görür.” (Zilzal Süresi: 7-8)
Yusuf ARİFOĞLU