Bir önceki yazımızda ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ projesinin ne olduğu, neyi amaçladığı ve kimler tarafından desteklendiğini ele almıştık ve bu projenin sağlıklı bir toplum ve huzurlu bir aile için bir yıkım projesi olduğunu dile getirmiştik.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, tepkiler üzerine sureten eleştirilse de hükümet bundan kendini beri tutsa da bu proje şu an Türkiye için temel bir politikadır. AB’ye üye olma uğruna göz kırpılan bu projenin toplumsal sonuçları ve ahlaki erozyonu göz ardı edilse de İstanbul Sözleşmesi ve KADEM gibi derneklerin Aile Bakanlığı üzerinde kurduğu baskı ile her yeni gün hayatımıza zarar ve yıkımlarıyla dâhil olmaktadır. Aileyi mahveden, aile kurumunu işlevsiz hale getiren, zinayı meşrulaştıran ve aynı cinslerin birbirine cinsel yakınlaşmasını doğru bulan ve teşvik eden bu rezil ve iğrenç projenin uygulanmaması için etkili bütün kişi ve yapılar bu projeye karşı çıkmalı ve seferber olmalıdır.

Toplumsal cinsiyet eşitliği mümkün müdür?

Bu kavram bilimsel ve politik bir kavram mıdır?

Bu soruların cevabı proje yürütücüleri nezdinde dahi tartışılmamıştır. Önerilen ve uygulanması için ısrar edilen cinsiyet algısı doğruluğu ispatlanmamış henüz bir teoremdir.

Rusya, Hırvatistan, Macaristan ve Bulgaristan gibi birçok Batılı ülke bu meşum projeyi ya kısmen ya da tümüyle reddederken Türkiye’deki proje savunucusu aktivist ve kuramcılar şu gülünç iddiaya sarılıyorlar:

‘Toplumsal cinsiyet biyolojik olarak değil, kültür tarafından şekillenir.’  O halde, bu aktivist(!)lere sormak lazım, ‘Madem, toplumsal cinsiyeti kültür şekillendirir, diyorsunuz. Her toplumun kültürel bir zemini var ve bu kültürler genellikle coğrafya ve inanç ekseninde şekillenir. O zaman A kültür, toplumsal cinsiyet eşitliğinde hangi kültürü esas alacaktır?’

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi İzlanda, Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi ülkelerde yasal olarak uygulanmaktadır. Buna rağmen bu ülkelerde kadın ve aile problemleri, kadına yönelik şiddet, boşanma ve intihar her geçen gün artmaktadır. Ülkemizde de aile problemleri, şiddet, boşanma ve intiharlar bu meşum projenin uygulama çabalarına paralel olarak artmıştır.

TCE’e dayalı politikalar erkek ve kadın arasındaki sorunları azaltmadığı, çözemediği ve eşitliği sağlayamadığı gibi iki karşı cinsi birbirine rakip görür. Bu proje yürütücüleri kadını cinsel bir obje olarak kutsar ve ‘Kadınlar, siz kendi başınıza hareket etmelisiniz, erkek egemen anlayışa boyun eğmemelisiniz!’ türünden çatışmacı bir dili kullanır.

Bu toplum, yüz yılı aşan bir zamandır Batı’dan araklanmış ve ısmarlanmış yasalarla idare edilmektedir. Bu özenti ve taklit idare şeklinin yol açtığı binlerce toplumsal tahribat ve sosyal travma örneği vardır.

Bir toplumun kültür, medeniyet, inanç ve coğrafya gerçekliğiyle örtüşmeyen ve içeriği tam araştırılmayan bir proje gerçekten ne kadar sağlıklı olur?

Böylesi projeler kadına ve aileye yönelik sorunları ne kadar azaltır?

Bal güzel bir gıda, şifa vesilesi olsa da içine katılmış zehir onu zehirleyici olmaktan kurtarmaz. TCE de ‘neslin muhafazası, evlilik, hürmet ve sevgi’ gibi temeller üzerine yükselen balımsı aile kurumuna zerk edilmiş bir zehirdir.

TCE Projesi ile ‘gelenek, örf, din ve aile’ ilk önce ‘ayrımcı’ diye dışlanacak ve bir tehdit olarak lanse edilecek; ardından bu Müslüman memlekette neslin Batılı feminist ve LGBTİ lobisinin kadınlık ve erkeklik anlayışına göre seküler, ahlaksız, hedonist, materyalist ve deist bir nesil yetişmesi için uğraş verilecektir. Akil, makul, ehil ve duyarlı her kişi ve kurum bu hayâsız akına karşı kadın ve erkek farklılığının fıtri boyutunu ortaya koyacak çalışmalar yapmalı, bu farklılıkların bir ayrışma ve ötekileş/tir/me sebebi değil ideal insan ve aileyi oluşturma vesilesi olduğunu ilmi deliller ve somut verilerle ortaya koymalıdır.

Kadınlık ve erkeklik, bu hayatta insana sunulan birer cinsiyet rolüdür. Bu rolle ilgili fıtri doğrular kabul edilmeli, yerleşik yanlış algılar izale edilmeli, olumlu çaba ve uygulamalar desteklenmelidir. Erkeğin de kadının da yapabileceği ortak iş, görev ve roller olduğu gibi iki cinsin doğasına uygun iş ve görevler de vardır. Roller ve biyolojik farklılık üzerinden cinsiyet ayrımcılığı mümkün değildir. Ayrımcılık, iki cinse yaklaşım ve muamele ile ilgili ortaya çıkar.

Ayrımcılık erkeği kadınlığa, kadını erkekliğe yaklaştırmakla ortadan kalkmaz. Aksine böyle bir çaba, cinsiyetler arasındaki farklılığı ortadan kaldırır. Muamele, yaklaşım, değer, tanımlama ve hak gibi konularda ayrımcılık veya eşitlik söz konusu olur.

 Kadın ve erkek ayrımcılığı, her ikisinin veya her birinin uğradığı haksızlıklar TCE, Feminizm, LGBTİ gibi proje ve telkinlerle değil Müslüman bir toplumun ahlak ve değer yargılarının doğru bilinmesi ve uygulanması ile giderilir.

Yusuf ARİFOĞLU