Geçen hafta Müge Anlı isimli televizyon programcısı meramını Zazaca dile getirmek isteyen bir katılımcıyı yayından aldı. Bunu şu ifadeler ile gerekçelendirdi, “Anlamadığımız bir şeyi yayına vermemizin anlamı yok!” Bu tutum Zazaca ve katılımcı için ayrıştırıcı bir tutum ve hakaret kabul edildi. Sosyal medya ve ilgili TV’nin telefonları üzerinden tepkiler çığ gibi büyüdü. Tepkiler, daha çok lokal, özel ve hususi bir bağlamda kaldı.
Müge Anlı veya başka birini Kürtçe, Zazaca ve Lazca gibi Türkiye’deki diğer dillere karşı yanlışa sevk eden bu reddedici, ötekileştirici tutumun asıl nedeni ise pek sorgulanmadı. Müge Anlı’nın Zazaca konuşan birine dönük tavrı üzerine tepkiler doğru, isabetlidir; ama konunun asıl sebeplerini konuşmak ve yazmaktan uzak olduğu için çözüme dönük değildir.
Bir aidiyet veya dile karşı ayrıştırıcı, ötekileştirici ve yer yer saldırganlığa varan tutumlar yasaklayıcı ve faşist bir sistemin ürünüdür. “Çok dilli ve kültürlü hayat projesi” çözüm sürecinden bu yana doğrudan veya dolaylı konuşulup tartışılmaktadır. Ama kimse bu ve benzer tutumların üzerinden 100 yıllık bir inkâr ve asimile politikasının sonucu olan sorunu kökünden çözme derdinde değildir.
Zaza olan bazı milletvekili, bürokrat ve sanatçılar da #MügeAnlıZazalardanÖzürDile tagına destek oldular. Oysa bu etkili ve etkin insanlar, Zazaca konuşan birine dönük bu engelleyici tutum üzerinden Kürtçe, Zazaca ve diğer dillere karşı sistemsel ve zihinsel reddiyeleri dile getirebilmeliydiler. Bu sorunun köklü çözümü ve ana dilde eğitim hakkının verilmesi için elini taşın altına atabilmeliydiler.
Milliyetçi ve faşist kodların Cami hutbelerine kadar sirayet ettiği bir gerçektir. İstanbul Müftülüğünün 29 Ekim Cumhuriyet kutlamalarını cami mahyalarına taşıma kararı ‘tek tipleş/tir/me’de gelinen feci durumu göstermektedir. Bir iktidarın halkına karşı sorumluluğu ‘adalet, refah ve eşit muamele’ olmalıdır. Hiçbir insanın diğer insanları kendi ‘tek’leri üzerinden zorlama, mecbur etme ve riyakâr tutuma sevk etme hakkı yoktur. Allah, her insanı ‘renk, dil, aidiyet, karakter ve cinsiyet’ gibi birçok noktada farklı yaratmış ve bu farklılığı ‘tanışma ve kaynaşma vesilesi’ olarak ilan etmiştir. O halde birilerine -velev ki bu iktidar da olsa- ne oluyor ki bu kadim coğrafyanın insanlarını ‘dil, aidiyet ve mezhep’ üzerinden ‘tekleştirme ve aynılaştırmaya’ götürüyor?
Dil ve renk, insanlığın İlahi sanata işaret eden hayranlık tablosunun farklı birer numunesidir. İnsana Yaratıcı tarafından verilen ve insan eliyle değişmesi ve değiştirilmesi mümkün olmayan ‘renk, dil, cinsiyet, boy’ gibi konulara politik, ideolojik ve iktidar hırsı adına müdahil olmak zihinsel bir sığlık ve davranışsal bir hadsizliktir. İnsanlığa İlahi bir lütuf olan dil ve renk çeşitliliğine dönük “Hâkim dil mahkûm dil, anlaşılır dil anlaşılmayan dil, kutsal dil bölücü dil” gibi taraflı mihnetli atıflar acısıyla tatlısıyla, derdiyle neşesiyle yüzyıllar beraber ve kardeşçe yaşamış halklara bir eziyettir!
Yaşam hakkı, düşünme hakkı, tercih hakkı ve dil hakkı Allah’ın kullarına verdiği bir haktır. Birincil yetkili unsurlar ve ikincil algı oluşturan elemanlar size ne oluyor da bu hakları önce kendi tekelinize alıp sonradan bir lütuf veya ikrammış gibi bunlar üzerinden hâkim, savcı ve avukat rolüne bürünüyorsunuz!
Müge Anlı’nın Zazaca konuşan birini yayından alma, hutbelerdeki milliyetçi ve mezhepsel savrulma gibi ikincil sorunları oluşturan, asıl sorunun çözülmesindeki ihmal, samimiyetsizlik ve inkârdır. Bir özürle sorunun çözülmeyeceği bellidir. Sorunun özünü unutup tali sorunlar üzerinde didişmek bu kardeş halklara zulümdür, kin ve öfke tohumları ekmektir.
Yusuf ARİFOĞLU