Önceki gün itibariyle KCK/PKK'ye yönelik bir operasyon gerçekleşti. Operasyon kapsamında yüzlerce tutuklama gerçekleşti. Bu operasyonla Van, Diyarbakır ve Mardin Büyükşehir belediye başkanları 'terör iltisakı' denilerek görevlerinden alındı ve ilgili illerin valileri belediye başkan vekili olarak atandı. Bu operasyon ve atamalarla birlikte belediyelere kayyım atanıp atanmayacağı yeniden tartışma konusu oldu.
Türkiye'de Cumhuriyetin ilanından bu yana her zaman iktidarla muhalefet veya hükümetlerle halk arasında bir mesafe, ayrışma, ötekileştirme ve kutuplaşma olmuştur. Bunun temelinde sistemin 'güven veren' bir zemin üzerine değil, 'devletin bekası' endişesiyle 'güvenlikçi' bir zemin üzerine inşa edilmiş olmasından kaynaklanmış/kaynaklanıyor.
Sol iktidarlar sağcı muhalefeti, laik hükümetler Müslüman camiaları, milliyetçi muhafazakar yönetimler diğer etnisiteleri hep düşman bellemiş, bu kesimlerin en küçük bir çalışması, çabası ve hak talebi dahi operasyonel bir mantıkla ele alınmıştır. Bu durum, sağcı iktidarda sol muhalefet için de aynı devam etmiştir.
Türkiye'de aynı çatışmacı ve gerilimli anlayış merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında da devam edegelmiştir. Ülkedeki siyasal gelişmelere bağlı olarak kimi zaman yönetsel vesayet artarken kimi zaman yerel özerklik güçlenmiş. Bu güç ve güçlü anlayış, birlikte hareket etme, el ele verip maddi ve manevi kalkınmayı sağlama şeklinde olgunlaşmamış. İdeolojik, siyasi, ekonomik algılarla birinin diğer gücü yok sayma, kale almama, diskalifiye etme anlayışı olarak belirmiştir.
Peki nedir, bu yeni diyebileceğimiz 'kayyım' atamalarının aslı; herhangi bir iktidarın halk tarafından seçilmiş kişilere bu şekilde görevden el çektirme hakkı var mıdır?
Türkiye, 15 Temmuz 2015'te planlı ve kıyıma dönüşmesi muhtemel bir darbe girişimi yaşadı. Bu çerçevede 2016 yılındaki OHAL'ler döneminde Kanun Hükmünde Kararnameler yayımlandı ve bu kararnamelerin yerel yönetimler üzerinde etkisi olmuştur.
Türkiye'de 15 Temmuz 2016'da gerçekleşen darbe girişimi ile ülkede bilahare yönetsel düzeyde bir değişim meydana gelmiştir. Hükümet tarafından hayata geçirilen yasal düzenlemeler sonucunda ekonomik, toplumsal ve siyasal gelişmelerin yanında, belediyeleri ilgilendiren bir gündem de doğmuştur. Devlet örgütlenmesi içinde yaşanan bu değişimin yerel yönetimlere de yansımaları olmuştur. Buna bağlı 'görevi kötüye kullanan, suistimal eden; görevi esnasında suç işleyen, kanunların terör kapsamında değerlendirdiği bir yapı veya örgütle doğrudan/dolaylı ilişkisi olan, sicil kaydı olumsuz istihbarat alan' kişilerin görevden el çektirilebileceği ve yerine kayyım atanabileceği yetkisi İçişleri bakanlığı ve ilgili mahkemelere verilmiştir.
Birçoğumuzun "kayyum" olarak bildiği kelime aslında "kayyım"dır. Bu vesileyle bu ayırda değinmekte de fayda vardır. TDK Sözlüğü'ne göre "kayyum", "belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse"dir. DİB İslam Ansiklopedisi'nde kayyum sözcüğü "İslami bir kavram ve Allah'ın adlarından biri" olarak geçmektedir. 'kayyım" ise geniş anlamıyla belli bir malın hakim tarafından kısıtlı, gaip vb. kişiler adına hukuki tasarrufta bulunmak üzere tayin edilen kimse/kimselerdir. Bu çerçevede belediyelerle ilgili olarak gerçekleştirilen düzenlemelerde güncel bağlamda doğru olan 'kayyım' kullanımıdır.
Hiç kimsenin görevi kötüye kullanma hakkı olmadığı gibi hiç kimsenin de bir başkasını görevinden alma veya yetki gasbına hakkı yoktur. İlgili kişi bireyi veya toplumu ilgilendiren kapsamda bir suç işlemiş, bir tedhiş hareketi içinde yer almış ise elbette meşru çerçevede yargılanmalıdır. Suçu kadar bir müeyyide olmalıdır, suçu sabit değilse tedbiren görevden de uzaklaştırılmalıdır; ama bu görev atanmışlık değil, seçilmişlik sonucu ise göreve yeni gelen kişi yine halkın meşru kabulüyle olmalıdır.
Yusuf Arifoğlu