Avrupa`nın göbeğinde sarı yelekliler olarak ismini duyuran protestocu bir grubun eylemlerine şahit oluyoruz. Benzin zamını protesto amaçlı sokaklara çıkan bu eylemci gruba kısa sürede Belçika ve Hollanda`dan sokak eylemleri desteği gecikmedi. Eylemlerin Almanya`ya sıçrama korkusu yaşayan Avrupa, bu eylemciler karşısında şaşkın ve çaresizdir.

Yıllarca mazlum coğrafyaları ve İslam memleketlerini talan eden Batı, yaktığı ateşin bir gün kendisine sıçrayacağını hesap etmemişti. 

Fransa İhtilalinden bu yana İslam ülkelerini ve 3. Dünya devletlerini ‘demokrasi, insan hakları, özgürlük` gibi yaldızlı kavramlarla entegre etmeye çalışan Batı, bu son sokak eylemleriyle ‘hak arayışlarına` ne kadar tahammüllü(!) olduğunu haddinden fazla şiddetli bir müdahaleyle ortaya koydu. Demek ki neymiş?

Kuzular, kurt politikalara ilişmedikçe kuzu kuzu gezebilirler, meleyebilirler meselesi gibi ‘M/edeniyetin ve insan haklarının merkezi Batı(!)` koca bir yalanmış.

***

Nasreddin Hoca, bir gün eşekten düşmüş…Yerde kıvranıyor, başına toplananlar teselli veriyor: “Hocam şu yana yat, ağrımaz! Bu yana yat ağrımaz…” Hoca acıyla kıvranıyor. Ahaliden biri, “Hocam doktor çağıralım mı?” diye sormuş. Hoca artık dayanamamış : “Yok yok, siz iyisi mi bana eşekten düşen birisini getirin! Benim halimden eşekten düşen anlar.”

Ülkemin Müslüman halkının bir asırdır laik elitizm ve kemalist despotizmin elinden çekmediği kalmadı. Son otuz yıl, bizden biri gibi bizim kavramlarımızla faaliyetlerini yürüten Pensilvanya kaynaklı bir oluşum bu zulme ortak oldu. Bu meşum oluşum, 28 Şubatçılarla el ele on binler Müslümanı ‘işkence, zindan, hicret, işinden edilme ve ötekileştirme` adı altında ‘fişledi, mimledi.` Bu yapı, başarılı olsaydı (15 Temmuz kalkışması) neler yapabileceğini de ortaya koydu.

Son yıllarda ise bizim gibi dertli birilerinin iktidarda olması, ümmet bileşenlerince sevilmesi, Batı`ya höykürüp ‘One minute!` demesi, bir şiir yüzünden mahpusluk yaşaması, meydanlarda ‘12 Eylül darbesini yapanları yargılayacağız, darbe anayasasını değiştireceğiz!` vaatleri, ‘Zindanlarda 5, 10 ve 15 yıldır suçsuz yere yatan kardeşlerimiz var!` sözleriyle mağduriyetleri sahiplenmesi hepimizi ümitlendirdi. Aradan geçen 16 yıla rağmen, samanlık dolusu bir sürü vaad, söz ve ümid ‘iktidar, devlet, millet ve menfaat` kutsamalarına feda edilerek alev tuttu.

Danıştay`ın ‘andımız ve başörtüsü` konularını yeniden gündeme alması, Anayasa Mahkemesi`nin ‘Sait Şahin; Bahattin Temel ve Fikret Gültekin`e kargaları bile güldürecek gerekçelerle ceza vermesi, zindanlarda unutulan Yusufiler… ‘Kazanım` diye yutturulan her şeyin koca bir yalan olduğunu ve amacın sadece kendi adaleti(!)ni tesis etmek olduğunu ortaya koydu.

Herkes için ‘Adalet!` diyemeyenler yarın kimden adalet dilenecekler!

***

Yerel seçimlerin yaklaştığı bugünlerde ‘aday pazarları` kaynayıp duruyor. ‘Seçimi nasıl kazanabilirim? Kiminle ittifak yaparsam seçmen cepte kekliktir.` Gibi cadı kazanına dönmüş bir süreçte ‘Halka nasıl hizmet edebilirim, kent olgusuna feda edilen şehir gerçeğini nasıl kurtarabilirim, bana oy verse de vermese de her seçmene adil muamele edebilirim!` diyen ara ki bulasın! Aday gösterilmeyenler ve aday gösterilenler şimdiden birbirlerinin kirli çamaşırlarını orta yere dökmeye başladılar. İl ve ilçe yönetimlerinin de il meclisleri için adaylığa soyunmaları bu sefer pastanın ortaklarının çok olduğunu gösteriyor.

HÜDA PAR mı dedi birileri? HÜDA PAR, bu güzel talepler noktasında ‘ciddi, doğru ve güvenilir` olsa da birileri yine ‘vatan, millet, Sakarya` gürültüsü içinde onu seçmenin ‘Şimdi sırası mı?` sorularıyla karşı karşıya bırakacak gibi.