Namazsız bir ezanla başlayan ömrümüz ezansız bir namazla sona ermektedir. Bir ezan ve bir namazlık bir ömre yüklediğimiz anlam ve sığdırmaya çalıştığımız şeyler ise neler neler… Hiç ölmeyecek edasıyla tavırlar…
Kimi için ölüm ötesi yoktur. Yaşar ve sonra ölür. Dünyada ne yaparsa yanına kâr kalır!!
Kimi için ölüm ve ötesi vardır. Ölüm hem başkaları içindir, o hiç ölmez avuntusundadır. Bunu da bunu da yapayım, şunu da şunu da alayım aldatmacasıyla ebed hayali görür.
Kimi için ölüm ve ötesi haktır. İlahi afvı yanlış anlar, şeytanın Allah`la aldatmasına kanar ve nefsin arzularına uyar.
Kimi için ölüm, hayatla başlayan bir sınanmadır. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın, zalimle mazlumun varacağı mizanda bir geçiş kapısıdır.
Hadiste, lezzetleri acılaştıran ölümün çokça zikredilme telkini ölümü bu şekilde algılamak içindir. Hazret-i Ali, ölüm algısı bu şekilde olanlara tavsiye niteliğinde şunu söyler:
“Dünyadan sakının, o gerçekten kalleş ve aldatıcıdır! Dünyada kazandıklarına fazla sevinip neşelenme, elden çıkadıkların için de acı çekip kendi kendine kızma! Bütün kaygın ölümden sonraki hayat için olsun!”
Her günümüz ve yanıbaşımız her an bir yerlere yolcu taşır gibi ölü/m taşımaktadır ötelere. Çocuk yaşlı, genç ihtiyar her yaştan; kadın erkek her cinsten, zengin fakir her statüden, siyah beyaz her renkten demeden alır yolcularını ölüm firması. Ulaştırır kabri, mahşeri, mizanı, Cennet ve cehennemi olan ebed güzergahına.
Hastalıklar, ölüm yağdırmaya bir sebep olur. Savaşlar, kazalar, krizler ve cinayetler ölüm indirmeye birer vesile olur. Bazen vesilesiz ve nedensiz ansızın insan son nefesini ölüm olarak solur. İnsan ne ah vaha, ne ertelemeye, ne pişmanlığa ve ne de mazeretlere fırsat bulur.
Ölüm, sadece beden için değildir. Hayatı anlamlı kılan insanın ölümünden daha ağır ve yürek dağlayan ölümler de vardır. Memleketlerin ölümü, şehirlerin vefatı, hakikatlerin göçüp gitmesi, kavramların kadavra edilmesi bu bağlamdadır.
Yemen`in ölümü açlıkla gelir, insanlık çoktan gömülmüştür.
Şam`ın, İdlib`in ölümü zulümle gelir, vahşet anlatılmaz olmuştur.
Gazze`nin ölümü ihanet ve işgalle gelir, Müslümanlar gaflet uykusuna dalmıştır.
Hicaz`ın ölümü işbirliği ve uşak ruhlulara ihale edilir, alimler sus pus kalmıştır.
Diyarbekir Sur`un tarihi bir çukur hevesine kurban edilir. ‘Tarih yeniden inşa ediliyor.` yalanıyla taş betona kurbana edilmiştir.
Yusufiler, zindanın soğukluğuna ve yalnızlığına gömülmüştür. Toprağı atan kürek dost(!) bilinenlerin elindedir.
Muhacirler, yaban ellere ve gurbet diyarlara tehcir edilmiştir. Vuslatı geciktiren/zorlaştıran hükmün altında kardeş(!) bilinenlerin imzası vardır.
Bilginin ölümü cehalete tabiidir. Cahiller, galib edasıyla entelektüel payesi almıştır.
Adalet, zulmün elinden feryad eder. Zalimler, insan hakları vesikası hazırlar olmuştur.
Doğruluk, yalana teslim bayrağı çekerken güven hile samanlığında yitirilmiştir.
Ahlaki değerler adına ne varsa antika niyetine müzelere taşınmış. Nostaljik bir histeriyle eskinin özlemi sayılmıştır. Nefsi ve şeytani hasletler ‘moda, modernizm, küreselleşme ve yeni hayat düzeni` etiketiyle taklit ve özenti vitrinlerinde büyük bir albeniyle satışa sunulmuş. Romantik, bir realizm içinde determinist bir makam elde etmiştir.
Madem, her nefsin, her gerçeğin ve her kurulu düzenin bir eceli vardır; o halde ölüm pazarlığına oturan insanın hayat ticaretinden payına düşeni de kabul etmesi lazımdır.
Ticareti hak, ahlak ve adaletle olanın kazancı cennet; haksızlık, ahlaksızlık ve zulümle olanın kazancı da cehennem olur.
‘Söylemediniz!` denilmeden ölüm, algı ve tanımımızı bir daha gözden geçirelim.