Bayramlar, müminlerin sevinç günleridir.
Ramazan Bayramı, Allah için tutulan oruçların sonrası bir hediye olduğu gibi Kurban Bayramı eda edilen bir hac veya hac özlemini yüreğinde taşıyanlar için bir hediyedir.
Müminler için İlahi bir ikram olan bayramları son bir asırdır hep hüzünle, buruk bir gönülle, mazlum bir ümmetin çaresizliğiyle karşılıyoruz. Dün de, bugün de yaşadığımız zulümler, işgal edilen beldeler bu hüznün nedenini yeterince ifade ediyor.
Bir bölgede karışıklık mı var, bir beldede zulüm mü var, bir memlekette insanlar mı katlediliyor, insanlık değerleri mi talan ediliyor, ekinler mi yok ediliyor, nesiller mi katlediliyor? Hiç şüpheniz olmasın ki bu kirli eylemlerin faili ya bir kâfir ya bir müşrik ya bir Yahudi ya bir Budist ya bir Hindu ya bir falanjist veya “demokrasi” vb. süslü kelimelerle vahşi yüzünü maskelemiş bir emperyalist çehredir. Mefulü mü? Müslüman'dan başkası değildir!
Öyle bir kavgadan bahsediyoruz ki ezileni, sömürüleni, ötekileştirileni ve algı operasyonlarıyla tefrikaya ve çatışmaya çekileni hep Müslümandır. Bunu anlamak için günümüzden birkaç kare:
Burma veya Myanmar... Bir Asya ülkesi... Çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir ülke... 1950'li yıllara kadar sömürge altındaki bir coğrafya...
Budist zihniyetin hâkim olduğu bu coğrafyada 4-5 milyon arası bir Müslüman nüfus yaşamakta... Müslümanlara yönelik ‘zulüm, hakaret, dışlanma ve öldürmeler` ilk önce birey bazında başlamış; toplu katliamlar, bedenlerin canlı canlı ateşe verilmesi, namusların kirletilmesiyle korkunç bir boyut kazanmış.
Suriye... Hemen yanı başımızda hiç durmadan bir kanayan yara... Zalim babanın varisi katil bir evlad hala işbaşında… ABD, Rusya, İsrail ve Müslümanım(!) diyen idarecilerin musallat olduğu Müslüman bir belde... Şu mübarek Ramazan ayında vahşetin doz, katliamların nicelik ve nitelik olarak tavan yaptığı virane bir toprak…
Filistin, Gazze ve Kudüs… Ümmetin ilk kıblesi, etrafı mübarek kılınan belde… Ümmetin kalbine bir hançer, İslam coğrafyasının bağrına bir çıban olan İsrail`in anlatılamayan Siyonist kudurmuşluğu...
Doğu Türkistan… 1949`dan beri komünist Çin`in işgal ettiği, ‘kardeş aile` adıyla Müslüman her Uygurlunun evine zorla bir Çinli erkek yerleştirerek namus ve iffetleri tarumar ettiği bir iklim...
Yemen, Afganistan, Kürdistan ve neredeyse listemizin dışında kalmayacak her bir Müslüman belde… Ya açlık ya asimile ya zor hayat şartlarıyla iç içe bir yaşam mecburiyeti…
Avrupa'yı -mimsiz medeniyeti- bilmem anlatmaya gerek var mı? Mescid, minare, peçe ve sünnet üzerinden tırmandırılan İslami bir fobinin ortaya çıkardığı kin ve düşmanlık...
Bu nasıl bir insanlıktır ki bunca katliamlara rağmen bir aymazlık içindedir! Bu nasıl bir medeniyettir ki, yakılan beldelerin/ ateşe atılan bedenlerin üzerine politik menfaatle nemalanmaktadır!
Bu ne biçim bir kavgadır ki, ezileni hep Müslüman'dır; dövüleni müminlerdir, zulüm tandırında kavrulanı Allah erleridir!
"Küfür tek millettir." gerçeğini yadırgayıp da uluslararası konjonktür, milletlerarası dayanışma hatırına gafil kaldıkça onların bir olup da bizlere dadanacağından da gafil oluruz. Böylece dağınık ve parçalı bir halde zulüm sofrasında yenilen rahat lokmalar haline geliriz.
Bir insanın acılarından, bir coğrafyanın mazlumluğundan; o insanların başına gelenlerden ve yaşadıkları zulümden, uğradıkları eziyetlerden, çiğnenen namuslarından, yakılan yurtlarından, katledilen masum bedenlerinden sadece haber bültenlerinde bahsetmek, radyo frekanslarında dillendirmek, gazete köşelerinde işlemek ne kadar ucuz bir kardeşliktir?
Vahşeti kanıksar bir hale gelmek, bir iki damla yaşla hüznünü ifade etmek, birkaç satırlık basın açıklamalarıyla tepki vermek, kulaklara çalınan ve arkası meçhul yardım sözleriyle öne çıkmak ve sonrasında günlük işlerin akışına dalmak ne kadar rahat bir ümmet anlayışıdır?
Şu mübarek zaman diliminde ve sıcak yaz mevsiminde meşakkatli bir orucu tutup iftarda soğuk ve tatlı sulara hasretle bekleyenlerin orucuyla diğer coğrafyalarda iftar sofralarına bilmem kaç şiddetine düşecek topları, sofralarını masum bedenlerle kana bulanacak olanların orucu acaba hangi vicdan kefesinde aynı tartıya oturtulabilir?
Sorumluluk şuuruyla hareket ettiğimiz, vahdet gücüyle mazlumların selamete erdiği bayramlara ulaşmak dileğiyle Allah'a emanetsiniz!
Yusuf ARİFOĞLU