28 Şubat darbesiyle Müslümanların yaşadıkları ve hala devam eden mağduriyetleri, FETÖ aklının 40 yıla yayıp da kurmak istediği meşum düzenin 15 Temmuz darbesiyle akamete uğraması hakkında yazılan, çizilen, anlatılan o kadar çok ki, kitaplar yazmaya, diller anlatmaya yetmez. İşte bu şekilde hayatın acı gerçeklerini anlatma noktasında bazen kelimeler kifayetsiz kalıyor. Tam da burada mizahi anlatım insanın imdadına yetişiyor.

28 Şubat zulmüne bir itirazın ve 15 Temmuz kalkışmasına bir başkaldırının sonucu olarak 16 yıldır iktidarda olan bir AK Parti gerçekliği var. Mağduriyetleri giderme, hak gaspını önleme, adaleti tesis etme adına AK Parti öyle bir rüzgâr estirdi ki umutsuzlar bile umutlandı; uzaklar yakınlaştı, düşmanlar öfkelerini erteledi. Arada bazı yanlış uygulamalar, candan usandıran yasal düzenlemeler, en tabii beklentilerin ertelenmesi hep sürecin hassasiyeti, biraz daha sabır telkinleri adına sineye çekildi.

Gelinen nokta ile başlangıç noktası arasında hızlı bir hatırlama yaptığımızda bugün için dost düşman, seven sevmeyen, bir şeylerin hatırına susan susmayan herkese artık şu noktalardan gına geldi:

 Güvenlik soruşturmaları, fişlemeler, kötü ekonomik gidişat; süreç hatırına ilk önce Kürt faşizmine kurban edilen ve bugünde Türk milliyetçiliğine kurban edilen umutlar, mağduriyetlerin giderilmesindense asıl faillerinin ya beraatla ya tazminatla ya yaşlıdır denilerek hapisten muaf tutularak ödüllendirilmesi…

İşte tam burada aklımıza kiminin Nasreddin Hoca`ya, kiminin Temel`e kiminin de bir müftüye mal ettiği bir fıkra geldi. Hani bu aralar ‘güncelleme!` modu da revaçta. Biz de biraz zülfüyâra dokunma babından fıkrayı güncelleyelim:

“Zamanın birinde bir ülkede bir idareci varmış. Bu idareci, mitinglerinde, toplantılarında, buluşmalarında, görüşmelerinde hep hak, adalet, insanlık, kalkınma, eşitlik, vurgusu yapıyor. Darbelerin sonucu oluşan fişlemeler, tutuklamalar, cinayetlerin hesabını soracaklarını söylüyormuş. Bir de halkın üzerine karabasan gibi çöken olağanüstü hal uygulamalarının korkunçluğunu anlatıyormuş. İnanç, etnisite, dil üzerinden inkâr ve asimilasyon politikalarının rafa kalkacağını herkesin kardeşçe aynı ve eşit muamele göreceğini haykırıyormuş. Etrafında toplanan halk da bu idarecinin kişiliğinden, güven veren üslubundan ve de kendileri gibi yaşadığı mağduriyetlerden dolayı ona hep destek vermiş, inanmış ve her tehlike sinyali verildiğinde onu bağrına basmışlar. Günler böyle gidedursun, bir gün yanlarından geçen biri bu idarecinin haklı da olsa bazı gerekçeler üzerinden artık meşrulaştırdığı, Demokles`in kılıcına dönüştürdüğü fişlemeleri, güvenlik soruşturması çilesini, mağduriyetler yekûnunu, ceberrut dönemin mağdurlarının hala zindanlarda ve hicretlerde olduğunu; mağdur edenlerin tekrar etkili köşe başlarını aldığını söyleyivermiş. Halk da haklı olarak ‘Başkanım, bu uygulamalar senin iktidarının, hükümetinin, bakanlarının, idarecilerinin değil mi?` diye sormuş. O da fıkra bu ya(!!!) şöyle cevap vermiş:

“De, siz söyleyin! Bizimkilere de amma yakışıyor değil mi?”