‘Suya sabuna dokunmadan konuşmak, yazmak ve davranmak`  insanoğlu için mümkün müdür? Sanmıyorum!

Zaman ve zemine bağlı olarak, kişisel ve toplumsal hassasiyetleri göz önünde tutarak bu tutum bazen doğru ve gereklidir; ama genel bağlamda, toplumsal alanda ve sosyal dinamikler çerçevesinde öyle değildir.

İnsanoğlu olarak çok boyutlu bir yapımız var. Duygularımız, algılarımız, kabullerimiz, düşüncelerimiz, beklentilerimiz, beğenilerimiz, nefretlerimiz… Listeyi uzattıkça uzatabiliriz. Hayat atlası, bu kadar büyük ve kapsamlı olan insana ‘tepkisiz, sessiz, tarafsız kal; zülfüyâre dokundurma, haksızlığı görme, zulme ses çıkarma, menfaatleri zedeleme, dostunu kayır, yakınının hatasını görmezden gel…` demek veya bunu beklemek akıl kârı değildir.

Hayatın mihengi ve nirengi noktası denge ve adalet üzerinedir. Galaksimizden tutun dünyaya, sudan alın havaya, hayvanlardan bitkilere kadar her oluşumda, her devinimde, her harekette bir ölçü vardır. Varlığın akleden, düşünen ve yaratılış yönüyle en güzel numunesi olan insana ölçülü olmak, hayatı bir denge, istikamet üzere sürdürmek daha yakışır.

‘Şahsi tutumlardan ailevi davranışlara, grup tutkusundan toplumsal statüye, ibadetten muameleye kadar` Kur`an`ın ayetleri, bize ‘ölçülü ve adil davranmayı` öğütler.

Dost olanın bir gün düşman, düşman olanın bir gün dost olma ihtimalini bize hatırlatan nebevi buyruk ‘sevgi ve nefrette ölçü`yü bunun merkezi sayar.

Akrabaların aleyhinde de olsa iyilik ve adaletten ayrılmama önümüzde bir şiar olarak durmalıdır. Kişi ve toplumlara dost düşman, iyi kötü, zalim mazlum etiketi onların inanç, etnisite, mezhep ve yakınlık dereceleri, menfaat ilişkilerimiz üzerinden değil; söylemleri, davranışları ve amelleri üzerinden olmalıdır.

Kimden gelirse gelsin ifsada ve fitneye dönük her eylem, zulüm kaynaklı her uygulamaya karşı durulmalı, baş kaldırılmalı ve bu vaziyet engellenmelidir. Kimden gelirse gelsin kardeşliğe, huzura götüren her girişim, adaleti tesis eden her pratik görülmeli, desteklenmelidir.

Son iki asrın Müslümanları olarak tepkilerimiz, kabullerimiz, dost düşman tanımlarımız noktasında anlattığımız bağlamda problemler yaşıyoruz. Kime nasıl davranacağımız noktasında bir ikilem içindeyiz. Ümmet bütünlüğünü, ırk ve mezhep ayrımcılığına tercih ettiğimizin farkında değiliz. Allah`a, Resulullah`a ve iman edenlere olması gereken velayet/dostluk gerçekliğini uluslararası menfaatlere kurban ettiğimizi göremiyoruz.

Bir örnekleme olarak Afrin operasyonu üzerinden nasıl konumlandığımız bu davranış ve yaklaşım yanlışlığının en büyük göstergesidir. Oysa durum özetle şudur:

-  ABD ve diğer emperyal ülkeler; Suriye`de işgalcidir. Ümmete asıl savaş açan onlardır.

-  Afrin, Münbiç ve benzeri bölgeleri 4-6 yıldır kontrolünde tutan PYD(PKK) Kürt halklarının bütüncül temsilcisi değildir. PYD(PKK), muhalif unsurlara asla fırsat vermediği gibi bir nesli Marksist ve dinsiz bir ideoloji ekseninde yetiştirmektedir.

-  Türkiye`nin, Batılı güçlerin yeni ‘böl, yönet!` zihniyetini deşifre etmesi ve karşı hamle olarak Afrin üzerinden bir operasyon yürütmesi olumludur.

-  Afrin operasyonuyla ‘cihad, şehadet, fetih` gibi kavramların ulusal bir bağlama endekslenmesi ve ‘Türk` kabulü üzerinden faşist söylemlere varan ifadelerin yoğunlaşması ve bunun bir devlet politikasına büründürülmesi yanlıştır.