Kişinin menfaatine gördüğü her şeyi aynı zamanda hakkı ve hak bilmesi; adaletten sapma noktası ve toplumsal hastalıkların da ilk aşamasıdır. İkisi çok farklı şeylerdir. Hak; ihtiyaca, menfaat ihtirasa girer. Halk arasında “Rabbena hep bana” olarak ifade bulmuş bu hastalıklı hal Kur`an-ı Kerimde ilginç bir kıssa olarak ele alınır. Doksan dokuz koyun sahibi olduğu halde, kendisinin sahip olduğu bir tek koyuna da göz dikip onu isteyen kardeşinin durumunu Davut aleyhisselama şikâyet eden, adam, sanki bir yönüyle İslam coğrafyasındaki idarecileri, tasarruf sahiplerini de şikâyet eder gibidir.

İslam coğrafyasındaki ülkelerin çoğunda idareciler, Saddam, Kaddafi, Zeynel Abidin bin Ali, Hüsnü Mübarek, Esed ailesi gibi ülke kaynaklarının ecnebi sömürüsünden geri kalanının %99`unu kendi tasarruflarına almaları, yetmezmiş gibi, halka kalan, %1`kısmına da göz dikmişlerdi. İşte bugünkü hal,  o gün kü uygulamaların kaçınılmaz sonucudur. Bu sadece devlet bazında olan bir durum olmadığı gibi, salt ekonomik- maddi kaynakların dağılımıyla da ilgili bir şey değildir.

Bu gün İslam coğrafyasındaki; gerek örgüt-grup düzeyindeki çekişme ve çatışmaları gerekse de devletlerin izledikleri politikaların ürettiği olumsuzlukları etkinlik sağlama ve iktidar ihtirası dışında görebilir miyiz? Birileri küçük bir menfaat uğruna bir şehrin hatta bir halkın bütün yaşamsal haklarını kurban edebiliyor. Halep`te, Halepçe de olan bundan farklı bir şey midir?

İşin daha da vahimi ve ilginci, Müslüman coğrafyasındaki ülkeler, siyasetlerini İslam`dan değil, ecnebilerden besliyorlar. Maalesef, dünyadaki uluslararası ilişkiler ise “ uluslararası ilişkilerde dostluklar değil, menfaatler(çıkarlar) esastır.” ilkesi üzerinden yürüyor. Bu da leş kavgalarını andıran iktidar çatışmalarına yol açıyor.

Bu hastalıklı ilke ise, “Büyük buhrandan” sonra ortaya çıkan ve “Yeni Merkantilizm” veya “Komşuyu zarara sok / komşuyu dilendir.” (Beggar thy neighbor) şeklinde isimlendirilen kirli çıkar siyasetinin pratiğidir. Bu halin İslam ve Müslümanlarla kan ve doku uyuşmazlığı vardır.

İslami siyaset ise; “İslam Kardeşliği” temelinde “İslam ümmeti, “inşasına yönelik vaaz edilmiştir. “Komşu açken tok yatan bizden değildir.”  lkesi ev komşusu, mahalle komşusu, şehir komşusu, nihayet ülke/bölge komşusu zincirinde küresel bir “diğergâmlık” kişiliği ile saadet dünyasının nasıllığını ilke göstermiştir. Bırakın komşuyu zarara sokmayı,  yerine göre komşusunu kendisine tercih etmeyi esas almıştır. Türkiye hangi duyguyla üç milyon Suriyeliye kucak açtı sanılıyor?

İslam kardeşliğinin ise üç derecesi vardır. İlki ‘isar`dır.” Kardeşini kendisine tercih etmek demektir. En evlasıdır. İkincisi ise, kendisine istediğini kardeşine de istemektir. Olması gerekendir. En düşüğü ise kardeşinin elindekini kıskanmamaktır…

Maalesef bu günkü “MEZHEPÇİ ÇATIŞMALAR” İslam çerçevesinin dışına taşmış kirli menfaat savaşları boyutuna hızla kayıyor. Türkiye de bu girdaba çekiliyor. Dikkat edilmelidir. Tehlike sanılandan büyüktür. Allah muhafaza Türkiye de ırak ve Suriye zincirine halka edilmek isteniliyor. “Hak” için İslami basiret ve empati ilaç gibidir. Küçük menfaatlere kurban gitmeye değmez. (inşallah devam edilecek..)