İslam Âleminin çatışmalarını ve bunun kaçınılmaz sonucu olan parçalanmışlıklarını genelde ABD, İsrail, İngiltere, Rusya vs. dış mihraklara bağlaması yanlış bir teşhis olduğu gibi, çözümü de imkânsızlaştırıyor. Yanlış teşhisin tedavisi olmuyor…

ABD, İsrail, İngiliz, Rus ve diğerlerinin ümmet içinde fitne kazanı kaynatmaları, PARÇALANMANIN “SEBEBİ” DEĞİL, “SONUCUDUR.” Şöyle ki; (lütfen bu örnekler tefekkür edilerek okunsun)

Peygamber Efendimiz Aleyhiselamın ahirete irtihalleri üzerine zekât vermemek temelinde gelişen ve İslam tarihinde “Ridde Savaşları olarak yerini alan, Hz Ebubekir`in (R.a) kararlılıkla bastırdığı isyanlar zamanında ABD, İsrail, Rus mu vardı?!

Hz. Ali (R.a) ile karşısında Hz. Aişe validemizin (r. Anha) komuta ettikleri, çok değerli sahabelerin şehit olduğu “Cemel vakası olarak İslam tarihine geçen “sahabe iç savaşı” döneminde ABD, İngiliz, İsrail mi vardı?!

Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (RA) gibi Ashabın, hem de Hilafet makamında şehit edilmelerinde söz konusu bu dış mihraklar mı vardı?!

Hz. Ali ve Muaviye`nin “Sıffin” savaşı döneminde ABD, İsrail, İngiliz, Rus ismi ile yeryüzünde devlet var mıydı?

Emevi – Abbasi “Sultanlık” savaşında İngiliz, Rus mu vardı?

Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail`in Sünni- Şii savaşında ABD, İsrail henüz kurulmamıştı bile… Bu liste çok daha detaylandırılabilir. Fakat görülmesi gereken şudur.

Müslüman âlemin günümüz mevcut hali ABD, İsrail vs. gibi dışsal unsurlardan ziyade, aslında bu tarihsel sorunların güncel uzantılarıdır. Kaosun oluşturduğu güçsüzlük, dışsal ve düşman unsurların müdahil oluşunu netice veriyor.

Mevcut kaos durumundan gerçekten içi yanan, ilahi sorumluluk hisseden Müslümanların bu konuda gerçek sorunu ve cevap olacak çözümü görme zorunluluğu vardır. Matematikteki “soruyu anlamak, onu çözmenin yarısıdır” kuralı aynen burada da geçerlidir.

O halde sorunun gerçek kaynağını “ilahi sorumluluk” gereğince açıklıkla netleştirmeliyiz.

(Başta şunu belirtelim ki; İslam`ın en temel bileşenleri olan Vahiy ve Nübüvvet yani Kur`an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (as) an be an Allah`ın korumasında olduklarından bütün kusurlardan beridirler. Zaten peygamber Efendimiz (as) bu yüzden, Kur`an ve Sünnete gereğince riayet durumunda, sorun oluşmayacağını beyan buyuruyor.) bu beyan aslında sorunun kaynağına işaret ediyor.

Buradan hareketle sorunu; Müslüman tebaa (taban) ve Müslüman idareciler arasında ikiye ayırmamız lazım.

Bu durumda; tarihsel kısım ve güncel kısım şeklinde ikiye ayırmak gerekir ki meselenin anlaşılması kolaylaşsın.

Günümüzde, tarihsel çatışmaların tarafgirliğini yapıp onları ısrarla sürdürmek, sadece akıl tutulması değil aynı zamanda “iman – akide tutulması” olarak da görülebilir. Tarihsel çatışmaları sürdürenlerin özellikle buna “mezhepçiliği” sos edenlerin tarihe vefa ve bağlılıkları görsel amaçlıdır. Asıl çabaları güncel iktidar – menfaat ihtiraslarıdır.

Oysa tarihsel bu çatışmaları açıklığa kavuşturup sonlandırmanın tam da zamanıdır. Çünkü zaman ilerledikçe geçmiş daha da netleşiyor. Misâlen İslam Âlemindeki her vicdan sahibi, bu gün artık Kerbela`da ne yaşandığını ve Hz. Hüseyin`e reva görülen zulmü görüyor. Eğer liyakat sahibi bir İlm-i heyet(Bütün tarafların temsiliyetinin olduğu bir heyet) Kerbela hadisesini netleştirip güncel bir yargı ortaya koyabilirse, yeni Kerbelalar yaşanmaz.

Irak ve Suriye başta olmak üzere bu gün İslam coğrafyasında yaşananlar “Yeni Kerbelalar” değil midirler?

Sorunun güncel kısmının da; tebaa (taban) ve idareciler kısmında ilk etapta, en genel hatalarıyla, en azında şu iki eksikliği başta belirtmeliyiz. (Diğer detaylar, bunların sonucunda)

1-            İnanç eksikliği (Ahirete olan bağı zayıflatır. Dünyaya yönelik ihtirası, taharriki güçlendirir.)

2-            Adalet eksikliği: Daha ziyade idarecilere özgü bir özelliktir. Fakat yıkıcı sonuçları genelde toplumsal tabanda kendisini gösterir.

İslami yapılanmalardaki çatlaklar genelde “görev” ve “imkânların” adil ve dengeli dağıtılmayışından başlar ve derinleşir. Ağır görev yükletilenlerin yetersiz imkânlarla yol yürümesi istenirken, daha hafif fakat önemlilik algısı oluşturulmuş işler ve makamları işgal eden azınlık sınıf ve aileler büyük imkânları doğal hakları gibi kullanırlar.

Tarihteki Emevi hanedanlarının, Arap olmayan Müslümanları “Mevali” olarak sınıflandırmaları, ikinci sınıf muameleye tabi tutmaları ve sonraki sultanlıklarında bunu çeşitli boyutlarda devam ettirmeleri;

Günümüzde Körfezdeki Arap kabile Krallıkları ile Kudüs Davasını omuzlamış Filistin halkının durumu örnek verilebilir.

(Geçen yıllarda bir Suudi Bakan, en küçük eşine Boing Firmasının numunelik olarak yaptığı bir yolcu uçağını, doğum günü hediyesi olarak almıştı. Boing firması diğer yolcu uçaklarından çok daha büyük kapasiteli 9 adet uçak yapmıştı. Normalde ülkeler bu uçağı pahalı diye alamıyorlardı. Fakat Suudi seçkin sınıf; ailelerinin doğum v.s önemli günlerinde, bu tür hediyeleri alabiliyorlar. Filistinliler de oradan – buradan düzenlenen yardım kampanyaları ile ayakta kalıp “FİLİSTİN DİRENİŞİNİ” sürdürmeye çalışıyorlar.)

Kırılmalar, bölünmeler çatışmalar işte bu dengesizliklerden kaynaklanıyor. Vahdet / Birlik bu çatlamalardan bozuluyor. Bu kırılmalar – fay hatları ise içseldir. Yani Müslümanların kendisinden kaynaklanıyor.

Düşman – dış unsurlar ise, bu çatlakları fırsat bilip sonradan kurcalıyorlar… vahdet içeriden bozuluyor… suçu ABD – israil`e atmak, zaafiyeti örtmektir. ABD – İngiltere dünyada yok iken de, Kerbelalar yaşanıyordu. O yüzden dış güçler; parçalanmanın sebebi değil, sonucudur.

Vahdetin ilacı ise; ilahi hesabı kanıksamış bir “akide” ile empatiye dayanan bir “adalet” anlayışıdır. İman ve adalet üzere olma duası ile Allah`a emanetsiniz…