Bu mübarek Ramazan ayını, okuyucusuna gerçek bir Ramazan`a çevirecek iki kitap, Mehmet Aslan imzasıyla, Dua Yayıncılıktan çıktı… (Lütfen bu bir reklam olarak alınmasın, hakaret olur.)
Ehl-î vicdana insanlığını ehl-î imana halini, ef`alini hatırlatacaktır… Ehl-î mesuliyete sorumluluğunu ya da sorumsuzluğunu ihtar edecektir. Ehl-î sözü yaşantısıyla uygun düşecek kelam söylemesini inzar edecektir. Sahi bu makamlara liyakatlerini sorgulatacaktır. Öz olarak ehl-î İslam`a; İslam davası uğruna; eza, cefa ve fedanın sadece siyer ve tarih kitaplarında kalmadığını salık verecektir. O çileli yolun halen sürmekte olduğunu aynıyla gösterecektir. Zaten bu yüzden olsa gerek, kitaplardan birinin ismi; “ÇİLELİ YOLCULUK/FEDAKÂRLIKLAR”…
Bir taraftan “28 Şubat süreci” ismi ile hafızalara kazınan dönemi ile eş zamanlı öte taraftan Pkk`nin İslam`a ve Müslümanlara amansız savaş açtığı 1990`lı yıllarda, Fırat`ın ötesinde bir halkın “Müslüman kalabilmesi” ve “Müslümanca yaşayabilmesi” için, kaldırılamayacak yüklerin altına, bedenlerini ve hayatlarını payanda olarak sürenlerin şedit hayat hikâyelerinin, mütevazı anlatımlı öykülerinden olgular zincirine tanıklık edeceksiniz.
Batılı Müslüman kardeşlerimiz de, 28 Şubat sürecinin, diğer taraf için sadece başörtüsü yasağı, İmam Hatip Liselilerin engellenmesinden ibaret olmadığını, varlık-yokluk meselesi olduğunu öğreneceklerdir. Belki Pkk`nin son bir yılda bölgedeki uygulama ve sonuçlarına bakarlarsa anlaşılma daha da kolaylaşabilir.
Yayınevinin de kitabın üzerine not düştüğü gibi; “olaylarda hiçbir kurgu ve abartıya yer verilmediği” gibi sıradan bir olay gibi anlatılmış, sözün bittiği yerde de usulca ve sessizce bitirilmiştir. Sözün bittiği yerde o olay bitirilmiş fakat sahibinin ruhunda ve şuurunda, bir de “İlahi muhasebe kayıtlarında” asla bitmemiştir. Hususen de yaşayanın ruhunun ve şuurunun derinliklerinde sürekli ve kalıcı yer açmıştır.
Kuşkusuz bu kitaptaki olayları buzdağının görünen kısmı olarak sıralamak bile denk düşmez. Çünkü bu türden hatta çok daha şedit olgularla hemhal olan binlerce insandan sadece bir kaçının başından geçen olaylardan, bir kaçına yer verilmiştir.
İnsanın sadece kendisinin bazı meşakkatlere katlanması tercihen ya da zorunlu mümkün olabiliyor. Fakat bir taraftan anne-baba gibi akrabaları bir sorun yumağı ile baş başa bıraktıktan sonra, eşinin ve hiçbir güçlüğe direnemeyecek çocuklarının da kendisi ile beraber Ashab-u Uhdud dönemi misali “mumdan kayıklarla ateşten denize açılması” gibi eyvallah deyip açılması gibi çok yönlü bir ilave maliyet oluşturuyor. Hem tek başına iken gösterilecek azmin, sarf edilecek potansiyelin birkaç mislini istiyor, hem de tek başına iken gelen sıkıntıya karşı konulacak dirençten çok daha fazlasını beraberindekilerin duçar kaldığı sıkıntılara da karşı göstermek gerekiyor. Belki beraberindekilere dokunan acı bin şiddetinde oluyor.
Muhaceret, gurbet, hasret, yoksulluk, yoksunluk gibi her birisinin tek başına insanı bunalttığı bu hallerin tümü birden yan (ikincil) detaylar iken; bunların eşliğinde İslami mücadeleyi aksatmadan sürdürmek çabası ise, “asıldır.”
Özellikle pek bir hayat tecrübesi olmayan ve bu yolculuğa hazırlıksız yakalanan genç evli çiftlerin muhaceratları ayrıca ağır oluyor kitaptan anlaşıldığı kadar. Bu imkânsızlık ikliminde gözlerini dünyaya açan yavrucaklar, bir yönü ile anne-babalarına ilave sıkıntıların habercisi iken, öte yandan ilahi bir muştu gibi ümit, neşe ve sevinç kaynağı oluyorlar.
Muhtemelen en küçükleri 15`li yaşlarını geride bırakan bu neslin, üst yaş sınırı 25-30 dolaylarındadır. Umulur ki bu nesilde, bu kitapları okuyarak, anne babalarının o hayat kesitlerindeki o hallerinde, yaşadıkları olumlu ve olumsuzlukları öğrenme-algılama şansına kavuşurlar. Hatta belki bu jenerasyonun içinden bu olayları çok daha güzel tahlil edip amacına taşıyan bahtiyarlar da çıkabilir…
İkinci kitap; “Ayrılık Acısı” ismini taşıyor. Eşinin zindan hayatının eşliğinde, dışarıda çok çileli bir hayat yaşadıktan sonra, o sıkıntıların etkisi ve ağır yükümlülüklerin cenderesinde vefat eden bir “Annenin, bir bacının” ibretlik ve hikmetlik yaşam serencamı konu ediliyor.
Kitabın kapağındaki “ölmüş yatan eşinin başında acıyla öten serçenin” hali bile ehli ferasete kitabı özetler…
Zindanın üretken bir anlatım-çizim tarzı da vardır. Bir resimde; birisi zindanda diğeri dışarıda iki eşin durumu şöyle tasvir edilmişti. Bir asma terazinin iki kefesinden biri, içinde güvercin bulanan kilitli bir kafes şeklinde ve deniz üzerinde duruyor. Diğer eş güvercinde terazinin diğer kefesinin üzerine konmuş uçamıyor. Uçarsa denge bozulur, kafes şeklindeki kafes içindeki güvercinle beraber denize dalacak ve güvercin boğulacaktır. Diğer güvercin de bu uçma engelinden dolayı, hem gönüllü bir hapis hem de büyük bir vefa ve cefa örneği sergiliyor. Pratikte de böyledir.
“Ayrılık Acısı” isimli kitap, bir olaydan ziyade bir süreç olgusudur. O sürecin yolcularından pek çoğu hayatlarından kesitleri kitapta bulabilirler.
Dünyanın her yerinde belli sosyal süreçlerde, özellikle de İslami hayat tarzının toplumdan uzaklaştırılması ya da kaldırılması karşısında direnç göstermek büyük akıntıların meydana gelmesini sonuç verir. Bu iki kitaptaki hususlarda bu türden değerlendirilebilir. Bu kitaplardaki olayların şöyle bir farkı vardır. Olaylar kitapta bitmiş, fakat benzer süreç, şahısların hayatlarında sürmektedir. O şahıslardan bir kısmı Hakk`a yürümüş geride kalanları olmuş. Kimileri 15-20 yıldır zindanlarda daha kasvetli olaylarla hemhaldırlar. Kimileri muhaceratta aynıyla devam diyor. Kimi yol uzadıkça yolcu yorulur misali yorgunluk tepkileri vermektedir. Fakat tüm bunlarla beraber ilahî imtihan ve imtihan dünyası şuuru da işlemektedir.
Tüm bunlar anlamsız değildir. Bu bedeller; karşılığında bir “değer” üretmiştir. İslami bir iklim ve aidiyetler oluşmuştur. Bunun heder edilmesi tedirginliği yahut da aidiyetlerin öz değerlerinden kopuşu endişesi fıtridir. Bu dışa vurumlar buradan kaynaklanıyor olabilir. Yakın ve uzak tarih, bunun örnekleri ile doludur. Bosna Hersek ve Çeçenistan bunun en belirgin örnekleridir. Maalesef Aliya İzzet Begoviç`in, Cevher Dudayev`in, uğrunda dünya Müslümanlarının da yardımıyla mücadele verdikleri ülkeleri ile bugünkü sosyal yaşantı ve siyasetçilerin hüküm sürdüğü Bosna Hersek ve Çeçenistan farklı şeylerdir.
Tarihsel süreçte, ölçüsüz makas kıran siyasetçilerin durumu, sörfçülerin durumuna çok benzer. Sörfçüler okyanusun azgın dalgaları üzerinde heyecanlı kaykay gösterileri sunarlar… Okyanus sularını kabartıp, dağlar misali devasa dalga oluşturan saiklere, sebeplere kimse bakmaz. Hangi fırtınaların koptuğundan pek oralı olmazlar. Yeter ki dalga kopsun, onlar da üzerinde şov yapsın.
Elbette gelişim, tekâmül; hareketlerin arzulanan hedef ve sonuçlarıdır. Gelişim beraberinde yeni konseptler gerektirebilir. Bu bütünlük içinde ve herkesi kapsayacak şekilde olmalıdır.
İslam âleminin topyekûn sahil-î selamete ulaşma ümit ve duası ile Allah`a emanetsiniz…