İsrail`in küresel örgütlere sızması ve etkileri

Pek dillendirilmez bu yüzdende pek bilinmez, bugünkü “Birleşmiş Milletler Teşkilatı`nın” (BM) kuruluşunun temel gerekçesi Yahudiler ve israil`dir. Almanya`ya atfedilen Yahudi soykırımını önleyemediği gerekçesi ile 190`de kurulan “Milletler Cemiyeti” (Cem`iyet-il Akvam) İkinci Dünya Savaşının bitiminde dağıtılır. Yerine “Birleşmiş Milletler Organizasyonu” kurulur. BM`ye üyeliğin tek ve temel şartı da “Almanya`ya savaş ilanı” olarak belirlenir. Türkiye`de; Birleşmiş Milletlere üye olabilmek için, hem II. Dünya savaşına katılmadığı halde, hem de 1941`de Almanya ile “Saldırmazlık Antlaşması imzaladığı halde 1945`te Almanya`ya ve müttefiki Japonya`ya savaş ilan eder, böylece BM`ye alınır. Almanya`ya savaş kararı da yetmez. ABD, İngiltere ve Rusya`nın başını çektiği bu birlik Almanya`yı dört işgal parçasına bölerler. Detay gelişmelerden sonra Almanya “Federal Almanya” ve “Doğu Almanya” olmak üzere ikiye parçalanarak cezalandırılır. Soğuk savaş sürecinde Federal Almanya, Batı Blokuna, Doğu Almanya ise Sovyet blokuna bağlı kalır. O yüzden Almanya`nın bugünkü BM`de pek esâmesi okunmaz…

1945`te kurulan BM`nin bünyesinde 1948`de “İnsan Hakları Komisyonu” kurulur ve aynı yıl “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” yayınlanır. İnsan Hakları Komisyonu ve Evrensel Bildirgenin temel gerekçesi “Yahudi Soykırımında zirve yaptığı (!) belirtilen “İnsanlığa karşı işlenen suçlar” olarak deklare edilir. Sonraki süreçte “Yahudi soykırımını (!)” kabullenmemek “hukuki suç” statüsüne konulur. 1945`ten 1948`e kadar bu şekilde siyasi, psikolojik, politik hatta askeri altyapısı oluşturulmuş israil işgal şebekesi, “Devlet” olarak ilan edilir. (1948)

israil`in Filistin savaşı yayılırken, BM antlaşması ve yazılı metinlerinde olmamasına rağmen “BM-Ateşkes Gözetim Örgütü” ismi ile bir güç oluşturur ve görevlendirip Filistin`e gönderir. Kamuflesi ateşkes gözetimi olan bu gücün gerçek hedefi israil`e askeri, lojistik destek kanalı oluşturmaktır.

(Aşağıda detayları verilecektir. Tüm bunlar BM kamuflesi ile yapılıyor. Fakat gerçek yürütücü Amerika`dır. BM`yi bu saikle inşa eden ABD, benzer bir gerekçe ile bugünkü Avrupa Birliği`nin de temellerinin atıcısıdır.)

AVRUPA BİRLİĞİ VE İSRAİL

Yine pek dillendirilmeyen bu yüzden de pek bilinmeyen bir husus da, tıpkı Birleşmiş Milletlerin kuruluş süreci ve gerekçeleri gibi saiklerle Amerika; Avrupa Birliği`nin de (AGİT, OECD, AİHS, AİHM, AET vs. bileşenler) temellerini atarak geliştiriyor. Avrupa-î Birlik Organizasyonlarının da kuruluş tarihlerinin hepsi üç aşağı – beş yukarı; israil`in kuruluş tarihi kabul edilen 1948 tarihi etrafında kümelenmektedir. Bu bir komplo teorisi olarak algılanmamalıdır. Çünkü sözleşme ve antlaşma metinleri incelendiğinde bu hususlar açıkça işlenmiştir. Evet, I. ve II. Dünya savaşı yaşayan Avrupa`da büyük bir yıkım yaşanmıştır. Fakat o günün şartlarında “Avrupa`nın bağrında bir “Yahudi soykırımı (!) yaşaması” ile sadece Almanya değil adeta bütün bir Avrupa seyirci kalmakla suçlanmış; daha doğrusu o dönem için kurulan “Yeni Dünya Düzeni” Yahudi soykırımı-insanlığa karşı suçun zirvesi psikolojisi ve algısı üzerinden geliştirilmiş ve dizayn edilmiştir.

Bugünkü Avrupa Birliğinin temeli sayılan, iki önemli Amerika girişimi söz konusudur. Birincisi ve en temel olanı Marshall Planı, ikincisi de Amerika`nın teşvik edici ve hatta arabulucusu olduğu “Avrupa Kömür Çelik topluluğudur” ki sonradan Avrupa ekonomi topluluğuna (AET) dönüştü. Avrupa konseyi de bu ikisinden bağımsız olmayan ana girişimdir.

1948 yılını takiben, tarihe Truman Doktrini ve Marshall planı olarak geçecek olan bir proje Amerika tarafından devreye konuldu. Marshall planı esasında ilan edilen israil`in resmi olarak tanınması için bir rüşvet planıdır.

Kendisi bir general olan ve ABD Dışişleri Bakanlığı`na getirilen George Marshall`ın hazırladığı ve dönemin ABD Başkanı Harry Truman`ın da onaylayıp yürürlüğe koyduğu plana göre; “… 1948-1949 yılları için, II. Dünya savaşından yıkımla çıkan Avrupa`nın yeniden İmarı programına 5 milyar dolar tahsis edilmiştir.” Bu yardımdan yararlandırılacak ülkeler ise İngiltere, Avusturya, Fransa, Belçika-Lüksemburg, Danimarka, Hollanda, Norveç, İsveç, İzlanda, İtalya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye`dir.

Amerika`nın projelendirmesi ile -güya- Marshall yardımlarının koordinasyonunu sağlayacak daimi bir kuruluşun oluşturulması, gündem edilir. Böylece Avrupa topluca imar edilecektir. Fransa ve İngiltere temel rol üstlenir. Sonradan OECD ismini alacak olan “Avrupa Ekonomik İşbirliği sözleşmesi Nisan 1948`de imzalanır. Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OECC) böylece kurulur.  (Türkiye de daha sonra OECD`ye dönüşen bu örgüte 1961`de üye olur.)

(Türkiye OECC`ye kurucu üye yapılmaz. 16 Avrupa ülkesi alınır. Fakat Türkiye`ye 1948-1952 yılları arasında Marshall planı çerçevesinde, dolaylı, dolaysız, şartlı-şartsız 350 milyon dolar yardım yapılır. Avrupa konseyi ve NATO`ya üye yapılması karşılığında israil`i devlet olarak tanıması istenir. Türkiye, Avrupa konseyine üye olmak karşılığında 1948 yılında ilan edilen israil`i 1949`da resmen tanıdığını bildirir. Yetmez, Cezayir`in bağımsızlığı için BM`de yapılan oylamada “Ret” oyu kullanır. Böylece çok ciddi şekilde İslam âlemi ile arası açılan Türkiye, Avrupa mecrasında da tam kabul görmez. Nitekim NATO`ya üyelik müracaatı 1950`de red edilmiştir. Ancak aynı yıl Kore`ye 15 bin asker göndermeyi kabul eden Türkiye, 1952`de NATO`ya kabul edilir. Burada da soğuk savaşın etkisi, Rusya ve Yugoslavya ile komşu olan Türkiye`nin NATO`ya sağlayacağı avantajlar belirleyici rol oynar.

Fakat 1967-1973 Arap-israil savaşında Türkiye`deki NATO üslerinin israil için kullanılması talebi, Türkiye`yi çok zora sokar. Türkiye kabul etmez. Bunun üzerine de 1974`te Türkiye`ye bir “Kıbrıs sorunu” tevdi edilir.

Marshall Planı temelinde ekonomik alanda, Avrupa ekonomik işbirliği örgütü (OECC) kurulduktan sonra; İkinci Dünya Savaşı sırasında; Yahudi soykırımı başta olmak üzere pek çok insan bu suçunun işlendiği gösterilerek; bir daha bu tür olayların yaşanmaması için bir güvenlik sağlayıcı birimine ihtiyaç duyulduğu gündem edilmiş. Yine ABD`nin yönlendirilmesi BM`nin de girişimleriyle, 1949`da 47 Avrupa ülkesinin katılımı ile Avrupa konseyi kurulmuştur. Türkiye`nin Avrupa konseyini üyeliği, nasıl israil`in tanınmasına bağlanmışsa, israil`i o şekilde tanımışlardır. Hatırlanırsa BM`ye üyelik de Almanya ile savaşma şartına bağlanmıştı. 

(ÖNEMLİ NOT:  Bu süreçte Amerika`nın, Almanya`nın başına getirdiklerini görmek, ABD`nin dış siyasetinin önemli bir taktiğini anlamaya yardımcı olur. Amerika`nın; “gelişiyorsa buda, kuruyorsa sula” şeklinde bir politikası vardır. Amerika Yahudi soykırımıyla suçladığı Almanya`yı, önce çeşitli işgal bölgeleriyle parçaladı, sonra ikiye böldü, Doğu Almanya`yı adeta savaş tazminatı olarak Rusya`ya bıraktı. Kalan kısmını da; Yahudi soykırım suçu müeyyideleri ile beraber kabul ettirdikten ve ehlîleştirdikten sonra Federal Almanya ismi ile sistemine dahil etti, Marshall planı kapsamında yardım etti; Fransa ile Avrupa Kömür, Çelik topluluğunu kurdu. Yeniden Avrupa`nın parçası haline getirdi. İlginçtir ki Amerika`nın “Budama-sulama” politikasını Sovyet Rusya`nın dağılmasında da görüyoruz. ABD`nin soğuk savaş dönemi  ve can düşmanı olan Sovyet Rusya dağılma sürecine girdiğinde ilk yardıma koşan Amerika oluyor..(!?) “Russia First” (Önce Rusya)  olarak nitelendirdiği bir politika ile Yeltsin`e yardım sundu. Dağılma sürecini bir noktada durdurdu. 1991`de NATO, Rusya konseptini değiştirdi. 1994`te Nato, Rusya ile “barış için ortaklık antlaşması imzalandı. 1995`te Bosna Hersek`e müdahalede Dayton sürecine ortak etti.  1997`de NATO-RUSYA KURUCU SENEDİ imzalandı. 1998`de Rusya`nın Çeçenya savaşı nedeniyle düştüğü askeri ve ekonomik kriz üzerine ABD; eski Sovyet coğrafyasını “Yaşamsal çıkar alanı” ilan etti.

Almanya ve Rusya`ya benzer şekilde ABD`nin Japonya`ya atom bombaları ile tarumar ettikten sonra himayesine alması, ABD`nin bu politika düalizmini dikkatten kaçırmamayı ihtar ediyor.  1949`da Avrupa konseyi kurulduktan sonra; BM bünyesinde kurulan insan hakları Komisyonu`nun yayınladığı insan hakları bildirgesinin, Avrupa`da daha etkili kılınması 1950`de Birleşmiş Milletler benzer şekilde “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” ismi ile bir sözleşme 1953`te yürürlüğe konuluyor. Sürecin bir devamı olarak da 1959`da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kuruluyor. Antisemitizm=Yahudi düşmanlığı bütün Avrupa`da suç statüsüne alınıyor.  Türkiye 1954`te AİHS`e imza koyuyor. AİHM`e ise 1987`de müdahil oluyor. (Türkiye bazı meselelerinden dolayı Avrupa konseyinin 210 anlaşmasının 71 tanesine taraf olmamıştır.)

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi gibi başını çektiği ya da bir şekilde müdahil olduğu küresel oluşumlarda israil`i Amerika üzerinden mutlaka örtülü ya da açık temsiliyeti vardır. Amerika`nın bir şekilde içinde olmadığı küresel ölçekte organizasyon da hemen hemen yok gibidir. Peki, Amerika bu fedakârlığı ve fedailiği İsrail için neden yapıyor?

Daha önce bu köşede yer alan “Kızılderili`lerin soykırımındaki Yahudiler ve Amerika`nın İslam düşmanlığının genetik kodları” (25.03.2016 / Doğruhaber) başlıklı makalede detayları yer alan, Amerika`nın kuruluş felsefesi ile israil arasında akidesel / inançsal bir bağ mevcuttur.

İSRAİL NATO`YA GİRERSE NATO`NUN OPERASYONEL GÜCÜNÜ KONTROLÜNE ALIR

İsrail, NATO`ya girerse, ABD`nin 51. Eyaleti resmen Ortadoğu`da ilan edilmiş olur. Zaten israil`in, Filistin`i işgalinden bu yana bu olgunlaştırılan bir süreçti. Yukarıda izah edilmeye çalışılan süreçler ve akidevi bağ çerçevesinde bakılırsa; israil, Amerika`yı Siyonizm`in sadık bir misyon yüklenicisi olarak görür, ABD de bundan rahatsız olmaz. Seçim kampanyalarının temel maddesi Yahudilere ve israil`e endeksli hazırlanır.

NATO ve israil arası resmi ilişki aslında 1994`te “NATO-Akdeniz diyaloğu” girişimi ile zaten başlatılmıştı.

Son dönemde medyaya düşen, NATO`nun, resmi karargâhında israil`e daimi temsiliyet departmanı vermesi, NATO`ya üyeliğin son aşamasıdır.

Anlaşıldığı kadarı ile Türkiye, Mavi Marmara meselesinden dolayı bunu bir müddet geciktirmiş. Türkiye`nin bunu veto etme şansı az. Fakat bu en fazla Türkiye`yi zora sokacak bir durumdur.

Çünkü

1- Türkiye`deki bütün NATO üsleri israil`e açılmış olacak. 1967-73 Arap-israil savaşı sırasında da Türkiye üsler noktasında çok sıkıntı çekmişti.

2- NATO anlaşması gereğince Filistin-israil çekişmesinde, Türkiye anlaşma gereği israil`in yanında yer almak zorunda kalacak. Çünkü NATO anlaşmasının 4.maddesi açıkça bunu vurgular. Madde 4 şöyle der: “…Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda (dayanışma da) bulunacaklardır.” Madde gayet açık. İsrail: “güvenliğim tehlikede” derse, Türkiye onun yanında yer almak zorunda kalacak. Bu durumun İslam literatürü ve İslam âlemindeki karşılığı ne olacak?

3- Amerika ve Batı artık NATO şemsiyesi altında israil`i rahatlıkla savunacak. Gerekirse askeri güç konuşlandırabilecek. israil`e yönelik girişimleri Teksas eyaletine yapılmış gibi kabul edebilecektir.

4- İslam Dünyasının özellikle de Filistinli yapıların karşısında artık israil değil, ABD ve NATO olmuş olacak…

5-  En önemlisi de israil, küresel zeminde daha rahat hareket edebilecek, belki de NATO kamuflesinde “örtülü operasyonlarını” çok daha rahat yürütecektir.

Bu maddeler daha da çoğaltılabilir. Fakat İslam âlemi, birbirine girmiş vaziyettedir. Bu durum İslam dünyası açısından yabana atılır, yenilir-yutulur bir durum değildir.

Pratik sonuçları görülmeye başlandığında çok geç kalınmış olur… Müslümanların uyanma duası ve ümidi ile…

Allah`a emanetsiniz.