Kesimi dışarıda bırakma ısrarındaki yanılgı ve tehlike
Mahatma Gandi; uzun mücadele sürecindeki gözlemini şöyle özetlemişti...”Önce görmezden geldiler. Sonra alaya alma yolu ile küçümsemeye çalıştılar.. Başaramayınca saygı duyarak kabullenmek zorunda kaldılar...” Keşke iş işten geçmeden, büyük zararlar görmeden, en sonda yapılan başta yapılsa. “geciken adalet” bile adalet olmaktan çıkarmış.
Geçtiğimiz hafta, Diyarbakır`da “İslami Kesimlerin Kürt Sorununa Yaklaşımı” konusunda geniş ölçekli bir çalıştay tertiplendi... Pek çok kesim tarafından pek çok açıdan değerlendirildi. Önemli bir girişimdi. Mutlaka önemli işlev ve sonuçları da görülecektir.
Tüm bunlar bir yana... Burada devlet ve PKK`nın görmek ve iyice okumak zorunda olduğu birkaç hususu, açıkça ortaya koymak “Tarihi bir sorumluluktu” Bu yönüyle tarihi bir ihtardır.
1. Bu çalıştay ile bölgedeki İslami realite; tarihsel süreçte hem devletten, hem PKK`den ağır darbeler almasına rağmen; intikamcı bir tutumla, çözüm sürecini engellemeye, barış masasını tekmeleyip devirme yerine; çözüm sürecine katkı sunma, barış masasında yer alma yönünde irade göstermiştir. Bu irade kıymetlidir. Samimidir. Zira toplumsal karşılığı ve “etkenlik” potansiyeli mevcuttur. Bu samimi niyet olumlu değerlendirilmelidir.
2. PKK ile ilintili odakların, 6-8 Ekim olaylarına bahane gösterdikleri şekliyle; bölgedeki İslamî realiteyi, IŞİD ya da benzeri yapılar ile irtibatlandırma ithamlarına; aynı şekilde bazı odakların İran ya da başka merkezlerle ilişkilendirme gayret ve suçlamalarına karşın, bölgedeki İslami realite; adeta bunları yalanlarcasına, bu çalıştay ile Müslüman bir Türkiye bütünselliğinin, sorunlara çözüm olacağı yönünde tercih ve irade beyanı sergilemiştir. Bu görülmelidir.
3. Eğer Türkiye`de bir iç barış hedefleniyorsa-ki hedeflenmelidir-; PKK`den ve devletten ağır yaralar alan İslami kesimin de mutlaka bu barış masasında yeri olmalıdır. PKK`nın saldırıları sonucu, PKK ile uzun bir çatışma süreci yaşayan, bu süreçte bin (1000) kadar can kaybı yaşayan; aynı şekilde Kurucu Rehberi Hüseyin Velioğlu başta olmak üzere, pek çok kadroları devlet güçleri tarağından yargısız infaza tabi tutulan; on binlerce dindar insanı örgütsel mensubiyet suçlaması ile gözaltılardan geçirilip cezaevlerine tıkılan bir kesim yaşamıştır. Bölgedeki çatışma ve olaylar sadece devlet ve PKK arasında yaşanmamış ki... Zaten İslami kesim daha başından beri olaylara ortak kılınmışken şimdi neden çözüm sürecinden ve barış masasından uzak tutuluyor? Israrla görmezden geliniyor. Sonra; çözüm sürecine katkı sunmak, ya da barış masasında yer almak, neden olumsuz karşılanır? Bunun nesi kötü? Bunu olumsuz karşılayanlar samimiyetlerini sorgulatmazlar mı?
4. Meselenin daha kolay anlaşılmasını sağlamak için, mevcut durumun zıddını düşünelim. Her şey zıddı ile bilinir kaidesince; bir anlık PKK`nın itham ettiği gibi, bölgedeki İslami realite, IŞİD ya da selefi-cihadi gruplarla ittifak yapmış olsaydı; PKK, bu bölgede Suriye`nin kuzeyinden çok daha kötü bir durumda olmaz mıydı?
Aynı şekilde, iddia edildiği gibi bölgedeki İslami Realite; Lübnan Hizbullah`ı gibi, Irak`taki Bedir Tugayları gibi yahut yeni kurulan Horasan grubu gibi İran`ın operasyonel unsurları ile organik bir ilişki içinde olmuş olsaydı. –Allah muhafaza- Türkiye`de şu an Irak, Suriye, Yemen gibi sorunlarla yüz yüze gelmiş olmaz mıydı?
Bu yüzden; Diyarbakır`daki İslami Çözüm Çalıştayı`nın sorunların çözümünü, Türkiye Bütünselliği içinde arayış iradesi göz ardı edilmeden iyi algılanmalı ve değerlendirilmelidir.
Yine farazi olarak şunu düşünelim. Özellikle PKK ve bileşenlerinin ithamlarının yanlışlığını görmeleri açısından önemlidir.
PKK-PYD; Kobanê`de eğer ABD ve batının hava desteği, Peşmerge`nin donanımlı fiili askeri desteği, Türkiye`nin de yardım amaçlı (lojistik açıdan) sınırı açık bırakması şeklindeki dolaylı desteği olmasaydı, IŞİD`in nisbi bir birimi PKK-PYD`yi ezip geçiyordu. (PKK`nın ya görmezden geldiği, ya da bilmediği bir gerçeklik daha da var ki; ABD, İngiltere ve diğer aktör devletlerinin IŞİD ile çeşitli kanallarla geliştirdiği ilişki PYD-PKK` nınkinden çok daha fazladır. Bu da ayrı bir konu.) Meseleye dönelim. Farz edelim ki dünyanın dört bir tarafından cihat için gelen gençler Suriye`ye geçmeyip, PKK`nın iddia ettiği gibi Hizbullah ile ittifak edip, Doğu-Güneydoğu kırsalında PKK gibi üslenip, PKK`lı unsurlara saldırsaydı PKK ne kadar direnebilirdi..? Kaldı ki Afgan cihadına katılan pek çok selefi-cihadi unsurlar, Afganistan`daki Torabora dağlarına benzerliği, üs edinmeye uygun oluşu; İran, Irak, Türkiye sınırlarına komşuluğu ve Himalaya silsilesi itibarı ile Pakistan`a, Afganistan`a uzanması nedeni ile gözlerini çoktan “Kandile” dikmiş durumdadırlar. (Zağros dağları.)
Dolayısıyla Hizbullah`ın selefi gruplarla irtibatı olsaydı. PKK çok kötü bir duruma düşerdi. Bu durum PKK sorununa ilaveten eş zamanlı olarak Türkiye için de ayrı bir askeri sorun doğururdu ki, bu da Türkiye için ayrı bir felaket olurdu. Ama iddiaların tersine uygun bir konumlanma söz konusudur.
Bu yaklaşımlar blöf olarak algılanmasın. Meselenin ciddiyetine binaen, iyi niyetli ve tarihi sorumluluk saikiyle ihtar mahiyetindedir. Zira bu durumların olasılığının bile düşünülmesi, ciddi sorunları karşımıza çıkarıyor.
İslami kesimlerin Kürt Sorununa Yaklaşım Çalıştayı; ortaya konulan yapıcı irade beyanı ve iyi niyeti; muhataplarınca aynı olumlu yaklaşım ve samimi niyetle karşılık bulmalıdır. İyi okunup tahlil edilmelidir. Heder edilmemelidir.
Beraber yaşadığımız bu coğrafyada; adaletle, çözüm de, barış da herkes için düşünülürse maksat hâsıl olur.
Hepimizin selameti birbirine bağlıdır.
Selamet ve sulh-u sükûn duası ile Allah`a emanetsiniz.