30 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, "İnşallah önümüzdeki dönemde milletimize hem boydan boya tüm güney sınırlarımızın güvenliğini, hem insanımızın can ve mal emniyetini garanti altına alacak yeni müjdelerimiz olacaktır" demesi ile TSK’nın bir sınır ötesi harekât başlatacağı beklenirken, 27 Kasım günü Suriye’de muhalifler Heyet Tahrir Eş-Şam öncülüğünde Esad rejimine karşı taarruza geçti ve 13 yıllık iç savaş ve 61 yıllık Baas rejimi 12 günde çöktü. Muhalifler dahil hiç kimse büyük bir çatışma olmaksızın bu kadar kısa sürede rejimin çökeceğini, Esad’ın Rusya’ya kaçacağını beklemiyordu. Sürecin bu kadar kolay ilerlemesi ister istemez bazı şüpheleri de beraberinde getiriyor. Esad’ı desteklemesi beklenen Rusya’nın göstermelik hava harekatları dışında bir şey yapmaması aynı şekilde İran’ın da müdahil olmaması dikkat çekti.

Zaten israil terör rejimi Gazze, ardından Lübnan’a yaptığı saldırılar sırasında sık sık Suriye’ye hava ve kara saldırıları düzenlerken Suriye ordusunun ve bölgede üsleri ve savaş uçakları olan Rusya’nın varlığını görmemiştik. Rusya, israil terör örgütüyle (İTÖ) yaptığı anlaşma gereği olacak ki, müdahale etmiyordu. Şimdi de Ukrayna’yı önceleyip rejime beklediği desteği vermedi.

Muhaliflere bakıldığında farklı gruplardan oluşsalar da düzenli bir ordu gibi sistemli bir şekilde, silah ve teknolojik imkanlarla süreci akılcı bir şekilde yürüttüler ve geçmişte dünyaya verilen imajın aksine olumlu bir imaj ve mesaj verdiler. Halka yönelik davranış ve çağrıları arkalarında “kurmay bir akıl” olduğunu gösteriyor.

Rejimin çökmesi ve muhaliflerin ülke yönetimini ele alması ile asıl mücadele şimdi başlıyor. Süreç 2010 yılında başlatılan “Arap Baharı” gibi olmaması için dikkatli olunmalıdır. Cephede kazanılan savaş, masada kaybedilmemelidir. Maalesef Müslümanlar olarak bu hatayı geçmişte emperyalistlerin ve İslam düşmanlarının oyununa gelip cephede kazandığımız savaşı masada kaybederek, İslam dışı rejim ve düzenlere boyun eğdik. Şimdi de aynı oyunlara karşı dikkatli olunmalı ve Suriye topraklarının bütünlüğü sağlanmalı ve halkının tamamını kuşatıcı tavır devam ettirilerek, pusuda bekleyen emperyalist ve siyonist düşmanlara fırsat verilmemelidir. Rejimin çökmesi ile oluşan boşluğu emperyalistler ve kuklalarının doldurmasına meydan verilmemelidir. İntikamcı tavır gösterilmeden, mezhebi ve kavmi çatışmalardan kaçınılarak ülkenin birliği tesis edilmelidir. Yıllardır zulüm gören Suriye halkının acılarını hafifletmek ve yeniden imarını sağlamak için çalışılmalıdır.

Suriye’nin yeniden imarı ve ayağa kalkması için yeni gelecek yönetimin önünde uzun ve zorlu bir yol var. Halkı kazanmak ve halkla birlikte uzun ve çetin bir mücadele verilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Eğer bundan sonraki süreç dikkatli ve planlı bir şekilde yürütülmez ise cephede kazanılan zaferin bir anlamı olmayacaktır. Yeni yönetimin Suriye’de yaşanan tüm halkları adalet temelli sahiplenmeli ve bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmalıdır. Buna İran da dahildir. Yeni düşmanlıklara, ihtilaflara ve iç çatışmalara meydan verecek adımlardan ve stratejilerden kaçınılmalıdır. Bu durumun sadece emperyalist ve siyonist düşmanlara yarayacağı unutulmamalıdır.

Bölge ve diğer İslam ülkeleri, Suriye halkını emperyalistlerin oyun ve insafına terk etmeden yeni yönetime Suriye’nin toparlanması, imarı ve yeniden ayağa kalkabilmesi için maddi-manevi her konuda destek olmalıdır. Suriye’nin artık bir laboratuvar olarak emperyalist ülkelerin uydu örgütlerle vekalet savaşları yaptığı, cirit attığı, istediği gibi at koşturduğu bir alan olmaktan kurtarılmalıdır.

Sonuç olarak: Geçmişten ders alınarak yeni acıların yaşanmaması için azami çaba gösterilmeli, yeni sürecin Aksa davasını güçlendirerek, Kudüs’ün özgürlüğüne kavuşmasını temenni ediyoruz.

Selam ve dua ile…