Henüz ilköğretim yıllarımda tanımıştım onu..
Klasik hocalardan çok farklıydı..
"Soyadı"nın (Durgun) tersine gayet sosyaldi..
Çok latife yapardı..
Herkese, edeceği bir nasihati olurdu..
Bununla birlikte dobraydı..
Konumuna, tesirine bakmazdı..
Lafını da hiç esirgemezdi..
Dolaylamazdı..
Aşama aşama yapmazdı.
Hazır cevaptı bir de..
Lâkin samimiyeti..
Sadece Hakk'ın hatırını gözettiği bilindiğinden muhatabı da kırılmazdı.
Muazzam bir cihad, mücadele ruhuna sahipti..
Belki en belirgin yanı da buydu..
"Allah ve Peygamber neyi emretmişse" onu yapmak isterdi..
Bu mânâda "maslahatçılığı" hiç sevmezdi..
İslâm düşmanlarına karşı keskin düşmanlığı vardı..
Bu hususta tavizsizdi..
Çok da musibet yaşadı bu sebeple..
Sistemin zulümleri..
Örgütün baskı ve saldırıları vs..
İşkenceler..
Zindanlar..
Muhaceretler..
Hepsinden nasibini aldı.
Bitmez tükenmez enerjisi vardı..
Çok çok canlıydı..
Bir anda güreşebilirdi sizinle..
Boş durmaktan, boş kalmaktan gayet rahatsız olurdu..
Açıkca söylerdi..
"Hastalıklarıma bakmayın, ben çalıştıkça kendimdeyim" derdi..
Zaten özelliğiydi..
Durmadan çalışırdı..
Zindan çıkışı ziyaret ettiği bir hoca arkadaşının "Ama siz de çokça yanlış yaptınız.." sitemine..
"Haklısın, biz çokça yanlış da yaptık, çünkü hep çalışıyorduk. Ama siz hiç yanlış yapmadınız, zira hiç çalışmadınız!" karşılığını vermişti.
Hastaydı amma..
Bir çok rahatsızlığa mübtela olmuştu..
Sık sık yatağa..
Sonralarda da hastanelere yatırıyordu..
En eskisi de şekeriydi..
"Şekeriniz nasıl Seydâm?" sorumuza, ondan..
"Ben şeker Seydâyım" diye cevab verirdi..
Gerçekten de "Şeker Seydâ"ydı.
Kur'an'ın yeri ise apayrıydı onda..
Daha doğrusu merkezdeydi..
Her gördüğünü çağırıp "Gel bir, Kur'an'ını dinleyeyim, imtihandan geçireyim" diye sıkıştırırdı..
Zaten dışarı verebileceği enerjisi azaldıkça tamamen Kur'an'a yöneldi..
Varsa, yoksa talebenin Kur'an'ı idi artık tüm uğraşı..
Bu şekilde bir çok talebe rahle-i tedrisatından geçmiş oldu..
Kur'an'ı öğretti onlara..
Kur'an'ın sahibine sımsıkı dayanmayı..
Gündüz, davası için çalışmayı..
Gece, huzurunda kıyama durmayı.
Vefat edeceği gün hastaneye ziyaretine gittik arkadaşlarla..
O küçücük yatağa..
Oksijen cihazına, maskesine sığmayan, taşan..
Bedenini, ruhunu buradan koparıp kurtarmak isteyen bir hâleti vardı..
Meğer son ziyaretçisi biz olmuşuz!
Veda ederken son sözü, vasiyyeti..
Ömrünün son 10 yılını verdiği İTTİHAD-U'L ULEMÂ'ya idi..
Medreselere, ilim ehline, talebeye idi..
Yani bize, hepimizeydi..
Amma gayet de ağır bir vasiyyet idi:
"İTTİHAD bize, mirasımıza sahip çıksın!"
"İTTİHAD bize, mirasımıza sahip çıksın!"
Cenâb-ı Mewlâ Şeker Seydâmız Mela Mustafa'ya rahmet etsin!
Onu Habibine (ass) komşu kılsın!
Bizleri de miraslarına hakkıyla sahip çıkanlardan eylesin!
Mahşer günü mahcub kılmasın!