Mısırlı bir arkadaştan dinlemiştim:
Buradan Türkiye`ye gelin olarak giden bir kadın, teravihin kılınış hızını görünce “Bunlar Müslüman olamazlar” deyip baba evine geri dönmüş.
Acı bir tebessümden başka verecek cevap bulamamıştım maalesef…
Bizlerin, kanıksayıp sıradanlaştırmışlığımızdan ötürü farkında bile olmadığı bu küçük(!) ayrıntı onlarda hayat-memat meselesi, evi terk etme sebebi…
Doğrusu bütün karakter, düzen ve temizlik problemlerine rağmen Mısır insanı, namaza ve de secdeye çok ayrı bir ehemmiyet verir.
Eli yağda da, kanda da olsa vakti gelince kıyama durup çoğunlukla da cemaatle namazını eda eder.
Ve de secdesini olabildiğince uzatır da uzatır.
Başka şeylere –maalesef- ehemmiyet vermese de namazı ve secdeyi asla ihmal etmez.
Evet, namaz ve secde…
Kulluğun en mühim yansıması ve göstergesi ve de miracı namaz…
Bir de Allah`a en yakın bulunduğunuz vakit olan secde…
Bütün kiri, tozu, çöpü, kadirbilmezliği, kaypaklığı, düzensizliği vs. rağmına Mısır`ı ayakta tutan, ayağa kaldıran, devrim yaptıran tek hakikat de işte bu…
Başını Yaradan`a iyice ve yeterince eğmeden zalim ve diktatörlere baş kaldırılamıyor!
İşin sırrı burada…
Yoksa strateji, hesap, intizam, koordine hep ikinci sırada…
İşte bu da farkında olmadığımız, bizim en büyük problemimiz…
Geçen yaz Türkiye`ye dönerken, aynı koltukları paylaştığımız bir doktor, eşiyle beraber İstanbul`a tatile gidiyordu.
Ortanın üstünde bir hayat yaşadıkları her hallerinden görünüyordu.
Saçlarının tümünün örtülü olmasına dikkat etmeyen hanımefendi, uçaktaki koltuğunda kıldığı namazında secdesini o denli uzattı ki o an hayretle karışık bir ruh haletine giren ben birden Firavun`u hatırlayıverdim.
Mısır`da meğer Firavun bile secdede…
Hem de asırlardır!