İnsanlığın yaşadığı en büyük musibet, Peygamber Efendimizin dünyadan irtihalidir. Zira onunla birlikte vahiy kesilmiştir. İnsanların Allah Teala ile direkt ilişkisi kesilmiştir. Herhalde dünyadaki en büyük musibetlerden birinin olmasının sebebi de bu olsa gerek. Lakin Allah Teâlâ insanları vahiy kesildikten sonra da başıboş bırakmamıştır. Bunu bizzat Peygamber Aleyhisselamın dili ile ifade edilen hadislerden biliyoruz:

"Peygamberler miras olarak geride dirhem ve dinar bırakmazlar, onların miras olarak bıraktığı şey ilimdir."

"Alimler Peygamberlerin varisleridir."

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'dan günümüze, dini omuzlarında taşıyan ve nesilden nesile devamını sağlayan unsur hep ulema olmuştur. Öyle ki günümüzün yeni ve sadece bugün ile alakalı meselelerini dahi geçmiş ulemanın ilmi çözümlerinde bulabilmemiz mümkündür. Ancak bizim için karanlık dünyayı aydınlatan "Nur" hükmündeki ulema, İslâm düşmanları için ise aynı oranda düşmanlıklarını artıran unsurlardır.

Bu sebeple İslam düşmanları, ulemaya karşı çok çetin ve hiçbir değer gözetmeksizin savaş pozisyonunda konumlanırlar. Bu durumu hatırlatan olay, geçtiğimiz günlerde Büyük Müfessir Şaravi'nin aleyhine yürütülen kampanya oldu. Çağımızın yetiştirdiği en büyük müfessirlerden olan Muhammed Mütevelli Şaravi, âmâ olmasına karşın Kur'an'ı baştan sona sözlü olarak tefsir etmeye muvaffak olmuş çok nadir alimlerdendir.

Belki en önemli özelliklerinden biri de; Kur'an'ı tefsir edip izah ederken, yorumlarken basit düşünce seviyesindekileri de gözetmesi ve aynı anda uzman ve eğitimlilere de hitap edebilmesidir. Mısırlı bir, sözüm ona, sanatçının Şaravi'nin aleyhine yazdığı tweet bu kadar büyük bir saldırıya dönüşmemiş olsaydı, ulema ile ilgili sistematik bir anti propagandanın olduğu düşünülmeyebilinirdi. Yalnız konunun dallandırılıp birçok ulemaya hücuma döndürülmesi, açıkça programlı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.

Mesele bununla sınırlı kalsa iyi! Önceki ay, Dünya Alimler Birliği'nin, Yusuf Karadavi’den sonra başkanlığına seçilen Faslı ilim adamı Ahmet Raysuni de başka bir yoldan saldırıya uğramıştı. Aynı soyadı taşıyan ve yakını olduğu iddia edilen bir kişinin, zina suçlamasıyla haksız yere tutuklanması üzerinden Raysuni de bu zalim kampanyadan nasibini almıştı.

Yine aynı günlerde, bu kez Dünya Alimler Birliği Başkan Yardımcısı olan İsam Beşir de 'kamuya ait malları zimmetine geçirmek' suçlamasıyla başka bir saldırıya uğramıştı.

Türkiye'deki Müslümanlar olarak bizim de bu konuya yabancı olmadığımız malum.

Her ne kadar bazı ulema, maalesef birbirlerine fer'i meseleler üzerinden şahsi olarak suçlama ve hücumlara girişiyor olsa da, uluslararası bu kampanyanın buradaki unsurları da boş duruyor değil.

Her fırsatta Hayrettin Karaman, Nurettin Yıldız gibi hocalar başta olmak üzere, diyaneti de ekleyerek yapılan saldırılar, bu anlamda sadece Türkiye ölçekli değil.

Diyanet'in 10 Kasım meselesinde, ilgili kampanyanın uzantısı anlamındaki baskı ve saldırısına karşı teslim bayrağı çekmesi üzücü ve dahası karşıdakileri daha bir saldırıya teşvik edici olsa da, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne asıl işlevi göz önünde bulundurulduğunda çok da garipsenyemeyecek bir hal.

Lakin genel anlamda biz Müslümanların, ilmi şahsiyetleri muhafaza ve müdafaada uyanık olması elzem. Zira saldırı şahıslara değil, vahyin kesilmesinden sonra Peygamberlerin "kurtarıcı miras" olarak bıraktıkları ilme yönelik.

Tüm karanlığına rağmen bu ahir zamanda bizi ayakta tutan ilme...