Vahşi darbenin hemen akabinde 8 Temmuz 2013 günü, Mursi’ye destek adına direnip terk etmedikleri Başkanlık Sarayının önünde, cemaatle eda ettikleri sabah namazının ikinci rek’atindeyken katledilen, ‘Secde ehli katliamı’nın kurbanları olan 103 şehidin anısına…

 Aralarında Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının da bulunduğu 70’i aşkın generali görevden aldıktan sonra Mursi’nin önemli sınavlarından biri, yeni askeri kadroyu belirlemek olacaktı.

 İmam El Benna’nın bilinçli mütedeyyin subay yetiştirmeye olan özel ilgisini yakından bilen Cemal Abdunnasır’ın, yönetimi ele geçirdiği 1954’ten beri İslamcıları ordudan uzak tutma politikasına ek olarak, Enver Sedat’ın, Filistin ve Mısır davasına hıyanet anlamındaki Camp David anlaşmasıyla orduyu tamamen Amerika kontrolüne bıraktığı ve tam da bu sebeple yine bir subay olan Halid İslambuli tarafından öldürüldüğü düşünüldüğünde orduya yeni kurmay atarken Mursi’nin işinin hiç de kolay olmadığı anlaşılacaktır.

 Hele de Anayasal olarak Savunma Bakanının Askeri Konsey üyesi olması zorunluluğu söz konusuyken.

Başkan olduktan sonra kendisinin, öncesinde de Parlamentonun, köklü her bir kanun değişikliği girişiminin yargıdan döndüğü bir gerçeklikte Mursi’nin yapacağı tek şey, Hüsnü Mübarek döneminde üst rütbede bulunmayan ve de ayaklanma sonrası değişmek zorunda kalan Askeri Konseyin yeni üyeleri arasında, nispeten dini hassasiyeti olduğu sanılan birini seçmekti.

 Mursi’nin o süreçte başka hiç bir alternatifi yoktu.

Evet, vahşi darbe için anlaştığı generalleri görevden alan Mursi’yi devirmede kararlı Amerika’nın sonradan anlaşmada hiç zorluk çekmeyeceği Sisi’nin, Savunma Bakanı olarak atanma hikâyesi tam da bu şekilde gerçekleşti.

Hüsnü Mübarek yönetimine karşı ayaklanmış ve 20 aydır iyileşmeler bekleyen halkın taleplerini karşılamak amaçlı Mursi’nin her girişimini geri çeviren ve bu bağlamda Parlamento seçimlerinin ve Anayasal değişikliklerin yapılmasına da engel olan sistemin, bu husustaki kalkanı hep Yüksek Yargı oldu.

Bu sebeple yargının birinci adamı Başsavcı Hişam Berekat’ı bu görevden alıp Vatikan’a elçi olarak atayınca Mursi’ye eski sistem bekçisi yargı rest çekmiş; Anayasal olarak bu atamanın yerine gelmesi, Başsavcının rızasına bağlı olduğu için de değişiklik gerçekleşememişti.

Mursi’nin gayet kararlıca ve çok kısa bir sürede ciddi ve köklü düzenlemeler yapacağını görünce egemenler bu kez toplumsal infial oluşturan olaylara imza atmış;

Hristiyanların dini törenleri, statlardaki futbol maçları, gençlik hareketlerinin protesto gösterileri gibi vesilelerle toplananlara yönelik yapılan patlatmalarda yüzlerce insanın ölümüne sebebiyet vererek hem toplumsal barışı dinamitlemiş, hem de ülkeyi istikrarsızlık ve güvensizlik atmosferine sürüklemişlerdi.

Başka çaresi kalmayan Mursi’nin de tüm bunlara cevaben ‘Anayasa mahkemesinin görüşemeyeceği kanun yapma’ şeklinde bir yetki kullanımına gidip

Başsavcının görevden alınması,

Anayasa komisyonu oluşturularak hızlıca bir Anayasa taslağı yapılıp referanduma götürülmesi,

Akabinde en erken tarihte Parlamento seçimlerinin yapılması gibi maddeleri içeren Anayasal düzenleme yapması üzerine,

Karşı cephe tüm imkânlarını kullanarak onu devirmek için düğmeye bastı.

 Bu şekilde darbeye giden süreç de resmen başlamış oldu.