Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selam da O’nun pak Rasulüne olsun.
Hepimizin birtakım meziyetleri, yetenekleri, marifetleri vardır. Rabbimiz hemen herkese birtakım donanımlar vermiş. Ancak bizim konumuz daha çok İslam’a faydalı olacağımız meziyetlerimiz…
Kimimiz vardır iyi yazar, kimimiz iyi konuşur; kimimiz çok aktiftir, yakın-uzak yerlere gidip tebliğ yapabilir. Kimimizin bu tarzda özellikleri yoktur ama örneğin etkinliklerde, pikniklerde yenilip içilecek gıda, kermeslerde satılacak malzeme hazırlar.
İslam, bizim iman ettiğimiz şekliyle bir yaşam biçimi, dahası hayatın ta kendisidir. Hal böyle olunca İslam’a dair herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Herkes sohbet/tebliğ yapamaz ama herkes vakıf temizliği yahut kazanlar dolusu aşure de yapamaz.
Bir söz var; marifet iltifata tabiidir, diye. Anlamı şu: “Kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır.” Evet, bir terzi güzel elbiselerine rağbet olursa daha güzel çalışır, daha güzel ürünler ortaya çıkarır. Bir lokantaya gelen müşteriler yemekten sunuma her neyi takdir eder beğenirse, o hizmetin kalitesi de artar. Bu doğru… Ancak ilginç olanı, bu sözü İslami çalışmalar için de kullanmamız…
Gelen 124 bin peygamber, “Benim ecrim Allah’a aittir.” demiş; karşıdakinden, bırakın ücreti teşekkür bile beklememişler. Her ne yaptılarsa bir karşılık, bir iltifat beklememişler. Efendimiz(asv), kendisinin bazı üstün özelliklerini anlatırken bile “Övünme yok!” demiş. Yani “Övünmüyorum ama bu gerçeği öğrenmenizi Allah istiyor.” demek istemiş.
Hem marifet iltifata tabi olsaydı, Hz. Lut o azgın kavmine o kadar telkin ve tebliğde bulunur muydu? Hem de nerdeyse elebaşları kendi evinde yaşayıp dururken? Marifetin iltifata tabi olmamasından olsa gerek, tebliğini yaptıktan sonra azap gelirken ‘arkasına bile bakmadan’ hicret etti.
Marifet iltifata tabi olsaydı Hz. Nuh her yolu deneyip anlatmasına rağmen yine her yolu kullanarak kendisinden kaçan, tebliğe kulak tıkayanlara 950 yıl katlanır mıydı? “Bana rağbetleri yok, bırakayım bu işin peşini!” der, yaşlı haliyle gemi de yapmaz sıkıntı da çekmezdi. Hâşâ, biz bunları misal olarak veriyoruz. Allah’ın peygamberleri bu tarz davranışlardan münezzehtir.
Hz. Yunus, kavminin iman etmeyeceğini düşünerek şehrinden uzaklaştı. Kendisine değil tabii ki, Allah’ın dinine rağbet olmaması O’nu çok yıpratmış, O da kavminden ümidi kesmişti. Ancak insani olarak doğal olan bu hareket, bir peygamberi denize attırmış, oradan balığın karnına sokmuş, karanlıklar içerisinde Allah’a yalvarıp kurtulmasına sebep olmuştu.
Marifet iltifata tabiidir doğru… İnsan olarak nefis taşıdığımız için doğru. Ama âcizane kanaatim, bu böyle olmamalı… Tohumu toprağa atıp tıpkı rehberlerimiz gibi arkamıza bakmadan diğer işlerimize bakabilmeliyiz. Kimseden ‘aferin’ beklemeden… İhlasın büyük kısmını hatta belki tamamını teşkil eden budur: Yaptığını sadece Allah için yap ve ‘aferin’ini de Allah versin.
Yoksa yaptığımız işleri iltifata göre yaparsak, -Allah muhafaza- her türden kötü sonuçlarına da sadece biz katlanırız. Vesselam…