Hamd âlemlerin Rabbine, salat ve selam da O’nun pak Rasulüne olsun.

2020 yılının son günlerini yaşıyoruz artık. 2021’den ümitli idik, onu da sağolsun mutasyona giren Covid-19 yedi bitirdi(!). Artık kendimize ölümlerden ölüm beğeneceğiz ama tabi dünyada misafiriz ya, umduğumuzla değil bulduğumuzla yetineceğiz. Ümitsizlik dünyanın dört bir yanını sarsın diye büyük çabalar var; insan bu azme imreniyor. İslam’ın hakim olması için böyle çalışsaydık kim bilir şimdiye neler olurdu?!

Size bugün, bu dönemde kendilerini daha iyi anladığımız balıklardan bahsedeceğim inşâAllah. Kronik Covid-19’lu balıklar diyorum ben onlara. Bizler bu virüse yakalanır ve ya atlatır ya da vefat eder, her halükarda bu hastalıktan kurtuluruz. Geçenlerde Samsun’da bir hastanın doktora “Yalvarırım biraz nefes verin.” dediğini okudum haberlerde. Hastanın içler acısı hali, doktorun çaresizliği, ailenin perişanlığı… Gördüğümüz gibi, bizler en azından isteyebiliyoruz, sesimiz duyuluyor. Peki ya o balıklar?

Ne mi bu balıklar? Şu, çocuklarımız eğlensin, evimiz renklensin diye eve süs niyetiyle aldığımız mini minnacık fanus veya el kadar akvaryumlarda beslediğimiz balıklar. Sokakta leğenin içinde satılır, sıcak memleketlerde yazın sıcağını, kışın da soğuğunu iliklerine kadar yaşarlar. Onlarcası aynı leğenin içinde durur, hepsi de suyun yüzeyindedir. Yem bekledikleri için değil; birazcık nefes için…

Sonra satın alırız; belki balıkcağız da sevinir güzel bir yere düştüm o havasızlıktan kurtuldum diye. Eve girer ki, bu defa aynı sorunu yani solunum yetmezliğini tek başına çeker. El kadar plastik bir akvaryum… İçinde renkli taşlar… Ne bir filtre var ne bir soba. Sesi de çıkmaz ki ‘Nefes alamıyorum.’ diye bağırsın. O nefes almak için yüzeye çıkınca, acıkmış sanıp hemen üstüne yem atar evin çocuğu. Bu Covid-19 benzeri hal, balık ölene kadar devam eder.

Eskiden derdik ki “Devlet hangi birine yetişsin? Bütün balık satıcılarını (ya da buna benzer hayvan satıcılarını) nerden bulsun da engellesin?” Ancak bu virüsle gördük ki devlet isterse tenha sokakta ya da arabasının içinde yalnızken maske takmayanı bile bulup ceza yazabiliyor.

Canlı alabalık tesisleri neden var mesela? Ağzı var dili yok diye mi bu masum hayvanlara zulmedilmesine neden sessiz kalınıyor? Canlı alabalık dükkânına gidiyorsunuz, “Ben şunu beğendim.” diyorsunuz. Eleman, balığı alıp ya tezgâha vura vura ya da kafasına bir şeyle vurarak bayıltıyor, sonra pişiriyor, size sunuyor. Ne zalimlik!

Balıklar, civcivler, kediler, kaplumbağalar, tavşanlar, kuşlar bizim maskotumuz, çocuklarımızın da oyuncağı değil. Balık alıyorsak, büyük akvaryum da alalım. En azından filtre ve soba da alalım. Balıklar filtrenin hava kabarcıkları önünde eğlenirken bizim için dua etsinler. Yattığı yerden sevap kazanmak varken neden zulüm bataklığına girer ki insan? Vesselam.