Menfi milliyetçiliğin insanlık için nasıl bir felaket olduğunu geçen yazımızda dile getirmeye çalışmıştık. Bu nedenle milliyet konusu hassas bir konu olarak görülmekte ve mensubu olunan milliyete nasıl bakılması gerektiği zaman zaman tartışılmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Asar-ı Bedi’iyye adlı eserinde, kendisinin de mensubu olduğu Kürt halkına bu noktada sunduğu reçete çok güzel bir çözüm sunmaktadır. Umud ederiz ki herkes milliyetine bu gözle baksın ve daha ötesini aramasın. Aksi takdirde bu, haddi aşmaya ve zulme sebep olacaktır.

Şöyle seslenir Üstad:

“Ey Kürt topluluğu! Üç cevherimiz vardır ki, muhafazasını bizden istiyorlar;

Birincisi: İslâmiyet ki, milyonlarla şühedamızın kanını ona feda etmişiz.

İkincisi: İnsaniyet ki, bizi içtimai heyet nazarında (sosyal hayatta) insan gösterecek odur.

Üçüncü: Milliyet ki, seleflerimizin ruhlarını mezarda şâd ettirecek bir hediyemiz ve onlarla rabıta-i ezeliye ve ebediyemiz (geçmiş ve gelecek bağımız) olacaktır.”

İşte Üstad’ın bu veciz reçetesinde, sıralamanın nasıl olması gerektiğini ve hiçbir unsurun yok sayılmadığını görmekteyiz. Birinci unsur, İslam fıtratı üzerine doğan her insan için öncelikli olan, çatı ve üst kimlik olan İslam’dır. Her şey bu kimlik altında ancak emniyet ve adalete kavuşabilir. Milliyetçilik, İslam’ın üst kimlik olmaktan çıkarılmasıdır. Zaten milliyetçiliği ortaya çıkaran ve insanlığa felaket getiren de milliyetçiliktir. Sadece ümmet değil, tüm insanlık bir İslam ittihadına ve kardeşliğine muhtaçtır bugün. Milyonlarla şehidin feda edildiği İslam, insanlığın dünya, ümmetin ise dünya ve ahiret saadetidir. Üstad’ın ifade ettiği gibi; “Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası, ihyayı din ile olur bu milletin ihyası.”

İkinci unsur için insaniyet diyor Üstad. Yeryüzündeki her varlığa karşı fıtraten İslami olarak yaklaşmaktan yoksun insanların en azından insani olarak yaklaşması beklenir. İşte bunu da kaybeden insanlardır her türlü zulüm ve haksızlıkları yaşatan. Ünsiyet ve nisyan özelliği olan insanın ünsiyet yönünü muhafaza ederek kendisi ile ilişkinin, muhabbetin kurulabilmesi beklenmektedir. Ancak insanoğlu; tertemiz fıtratını, yaratılış amacını, varlığının gaye ve hikmetini unutup nisyana dalınca, ünsiyetini kaybedip vahşileşmekte ve zulüm makinasına dönüşmektedir. İşte insaniyetimiz bizim için bir cevherdir ve onunla bizler sosyal hayatta insan vasfına yaraşır bir hayata sahip olabilmekteyiz. Aksi takdirde sosyal hayatta insaniyet kaybolmakta, anarşi ve kaos baş göstermektedir.

Üçüncü unsur olan milliyet de özünde bir cevher ve nimettir. Geçmiş ve gelecek için mensubu olunan milletin önder ve rehberleri ile halkın rabıta vesilesidir. Halkının kültüründen uzak bir insanın kökleriyle bağlantısı kesilmiş bir ağaç gibi olduğu bilinmelidir. Burada Kürt halkının kendi milliyetinden kopuk, rehber ve salihlerinden habersiz olmaması gerektiği vurgulanmakta, aksi takdirde aradaki bağ kopacak ve geçmişini kaybetmiş, gelecekten de nasibi olmayan bir topluma dönüşüm yaşanacaktır. Müslüman Kürt halkının, sahip olduğu değerlerin, İslami miras ve mukaddesatın bugüne taşınmasına öncülük eden selefe sadakat göstermesi ile ruhlarının şad olacağı, bu izzet ve şerefin gelecek nesillere taşınmasının da ancak böylece gerçekleşebileceği ifade edilmektedir.

Şayan-ı dikkat olan bu “İslamiyet, insaniyet ve milliyet” sıralaması, sahip olunan büyük değerlerdir ve asla inkârı söz konusu edilemez. Bu sıralama dünya ve ahiret huzuru için yegâne çaredir ve her Müslüman halk için de geçerlidir. Yaşanan tüm acı ve zulümler ise, işte bu sıralamayı ters yüz eden zalim ve bedbahtlar tarafından gerçekleştirilmektedir.