27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında Yassıada’da yapılan yargılamalar neticesinde; Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylül, Başbakan Adnan Menderes ise 17 Eylül 1961 tarihinde İmralı adasında idam edildiler.

Darbeye giden süreçte atılan iftira ve üretilen yalanlar oldukça dehşet verici, bir o kadar da akıl dışıydı, ancak darbede önemli bir etkiye sahip oldu. 1950 seçimleri ile birlikte tek parti iktidarını kaybetmenin acısını yaşayan CHP, adındaki “Cumhuriyet” ve “Halk” kavramlarını hiçbir zaman benimsemedi ve her zaman istismar etti. Aynen bugün de yaptığı gibi…

CHP; Cumhuriyetin esas sahibi olarak halkın yerine, her zaman kendi zihniyetlerine mensup oligarşik bir elitist tabakayı layık gördü. Zerre kadar iman kokan bir halkın mevcudiyetine bile tahammül edemedi, ama yeri geldiğinde istismar etmekten çekinmedi/çekinmiyor. İnanca dair en basit bir konu bile gündeme geldiğinde ise dinin istismar edildiğini hep söyledi/söylüyor.

CHP, kendi partilerinin bir üyesi iken Demokrat Partiyi kuran kadronun içinde yer alan Adnan Menderes’in 18 yıldır Türkçe okunan ezanı aslına çevirmesini konjonktürel olarak kabul etse de içlerinden bazı vekiller bunu bir gerileme ve irtica olarak nitelediler. Bugün de aynı durum devam etmiyor mu? Güçleri yettiği takdirde ezan, başörtüsü ve diğer İslami şiarlar konusundaki anlayışlarında hiçbir değişiklik söz konusu değildir.

İftira ve yalandan hiçbir zaman vazgeçmeyen CHP zihniyetine karşı tavizsiz duruş hep kazandırırken, korkakça tavır ve tavizler ise kaybettirdi. Din düşmanlarına karşı Menderes’e destek veren Üstad Bediüzzaman’ın talebelerinden aktarıldığına göre Üstad, Menderes’e gönderdiği mektuplarla tahrip edilen İslami şiarların yeniden ihya edilmesini istiyor, aksi halde başına gelecek musibetleri ihtar ediyordu.

 “…Âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin yegâne çaresi; nasıl ki ezan-ı Muhammedî’nin (s.a.v) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden kutsal haline geri çevirmektir. Ve… Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahati de onlara yüklenmez…” (Emirdağ Lâhikası II-98)

Üstad’ın talebesi Zübeyir Gündüzalp’ın anlatımıyla; “Üstad’ın Ankara’ya üçüncü gelişinde, İnönü, ‘Menderes onu seçim propagandası için getiriyor’ diyerek saldırınca, son zamanlarda ev hapsi de dâhil ona ve talebelerine büyük sıkıntılar yaşatan Demokrat Partinin İçişleri Bakanı Namık Gedik, Üstad’ın girişini engelleme emri verdi ve geri çevrildi. Bunun üzerine Üstad; ‘Menderes bizi anlamadı, ben yakında gideceğim, onlar tepetaklak olacaklar’ dedi.”

Bir süre sonra Isparta’dan Urfa’ya doğru yola çıkan Üstad’a karşı Namık Gedik, zorla da olsa Isparta'ya geri gönderilmesi talimatını verir. Hatta ambulans yoksa çöp arabası da olsa geri gönderin dediği rivayet edilir. Maalesef CHP karşısında Üstad’ın gösterdiği istikamette yol almayan ve hatta Üstad’a ciddi sıkıntılar yaşatan Demokrat Parti, kaçınılmaz sondan kurtulamadı ve Üstad’ın vefatından sadece 2 ay sonra darbe ile devrildi. Darbe sonrası Harb Okulunda tutulan Namık Gedik de onur kırıcı tavırlara maruz kaldığı için okulun penceresinden atlamak suretiyle intihar eder ve ibretlik bir şekilde cenazesi okuldan gizli bir şekilde çöp arabası ile çıkarılır.

CHP’nin saldırgan, yalan ve iftira temelli politikasına karşı yapılması gereken; Üstad’ın da uyardığı gibi korkmadan, cesur ve kararlı bir duruş sergileyebilmektir. Aksi halde korku ve çekincelerle atılan adımların sonucunda hem maddi hem de manevi zillet ve sefalet kaçınılmaz olacaktır.