Artık vahşetin seviyesini tarif edecek hiçbir kelime ve ifade kalmadı. Aslında seviye kelimesi bile bir ölçü olduğundan hiçbir şekilde tarif edilemeyecek bir vahşete tanıklık etmekteyiz.
Son Refah saldırısında vahşice katledilen ve diri diri yakılan yüzü aşkın mazlum daha cennete yürüdü. Ama ajanslara düşen bir minik beden, insanın kanını donduracak cinsten bir sembol oldu. Zira bu minik bedenin başı yoktu.
HAMAS ile mücadelede aciz kalan işgalciler, tüm hıncını mazlum Gazze halkından çıkarmakta. Gazze’nin kuzeyinden güneye doğru akan bu mazlum halkın sığındığı Refah, sözde göstermelik de olsa bir refah sağlayacaktı. Ama maalesef bu barbar topluluğun acziyeti arttıkça hıncı da artmakta ve tüm sınırları zorlayarak saldırmakta. Başı olmayan minik beden, lisan-ı hal ile haykırmakta; "Refah’ta da refah yok!"
Bu mazlumlar refaha dünyada değil, cennette kavuşuyor. Fani olan refah yerine, ebedi olan refahı tercih ediyorlar. Adı Refah olan şehirde de bedenleri refah yüzü görmese de onlar kalben çok müreffeh ve mutmain. Zira bu halk, ashabın 637 yılında ve onların izinde Selahaddin-i Eyyubi’nin 1087 yılında Kudüs’ü fethederek bıraktığı kutlu mirasa hakkıyla sahip çıkıyor, tüm bedellere rağmen bu mirası işgalcilerin esaretine terk etmiyor ve geçici değil, asıl olan refahı zirvesine kadar hak ediyor.
Acaba ashabın 27 Mayıs 639'da fethettiği Diyarbekir, 29 Mayıs 1453’te fethedilen ve ashabın izinin olduğu İstanbul ve diğer tüm coğrafyalarda yaşayan ümmetin fertleri refah ehli olabiliyor mu? Ve müreffeh bir topluma sahip mi? Zahiren belki rahat olan ve refah içinde görünen biz ümmetin fertleri, gerçekten kalplerimiz refah içinde mi? Kesinlikle hayır! Zira o kadar çok dünyevi, gereksiz ve boş dertlerimiz var ki, kalben refah bulmak mümkün olabilir mi?
Allah Resulü (s.a.v) zaten buyurmuş: "Her kim Allah’ın (cc) dinini (davasını) kendisine dert edinirse, Allah (cc) onun dertlerine kefil olur. Ama her kim de Allah’ın dinini (davasını) dert edinmezse, Allah onu kendi dertleriyle baş başa bırakır."
Bir başka güzel söz de şu: "Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur."
İman ehli kişinin mukaddesat ve ümmet adına dert sahibi olması ona değer katar, mutmain eder ve Allah katında yüceltir. Alvarlı Efe lakaplı Muhammed Lütfi Efendiye göre bir insanın dert sahibi olması ona ilaçtır. Zira insanın makamını yüceltecek olan şey derttir. Ve Allah katında makbul kişi sayılabilmek de dert sahibi olmakla gerçekleşir. Bunu şiirlerinde şöyle ifade etmiş:
Derdim derde dermandır,
Kabûlüme fermandır,
Dertsizler hayvân imiş,
Dertli ehl-i îmândır.
Dert odur ki kulu bahtiyâr eder,
Dertliye Mevlâ’sı merhabâ eder.
Bu yüce davayı dahi dert edinmeyenlerin hali şiirdeki ifadeden farklı değildir. Ve Refah’taki mazlumların derdi yüce ve Kudüs olunca; kabul gören onlardır, bahtiyar olan onlardır ve Allah’tan merhaba alan da onlardır. Belki onlar için Refah’ta da refah olmasa da, onların ebedi refah içinde müreffeh olduklarına dair hiç bir şüphemiz yoktur.
Asıl refah olmayan yer; Allah’tan, davasından ve ümmetin derdinden uzak olan her yerdir.