Tenimize can, canımıza iman katan Allah`a hamd ederiz…
Eşref-i Mahlûkat, Hatem-ün Nebi Hz. Peygambere selat ve selam olsun…
Her bayram arefesinde teması değişmeyen bayram yazılarından biri “Nerde o eski bayramlar” yazısıdır. Bu tip yazılarda hep eskide kalan bayramlara duyulan özlem ve eski bayramların daha güzel ve sosyal geçtiği işlenir. Bilinçaltında bir yerlerde sanki eski bayramların yerini tutmayan şimdiki bayramlar suçlanır. Sanki bayramlar format değiştirmiş, sanki eski bayramlar şimdilerde daha somurtkan gelir olmuş, sanki bayramlar eski heyecanlarını yitirmiş gibi bir eda, kasıtsız bir suçlama var gibi işin içinde.
Eski kelimesi cümle içinde kullanma kabiliyetine göre çok farklı anlamlar verebilen ve bu konuda oldukça becerikli bir kelime. “Eski dostum” derken işin içine taltif de girebilir. Geçerli olmayan manasında “Eski evim” derken miladını doldurmuş olduğunu da kastedebilirsiniz. Uzun yıllara dayanan bir tecrübeyi kastederek “Eski doktordur” diyerek meslekte tecrübeyi de anlatabilirsiniz bu kelimeyle, “Abimin eskilerini giyerim” diyerek yıpranmışlığı da kastedebilirsiniz.
İşte bu kelimeyi bayram ile özdeşleştirip de “Eski Bayramlar” diye yazanlar ortada bir suçu gösterip suçluyu kendimi bildim bileli bulamamışlardır. Gerçi bazıları yeni bayramların bir tat vermeyişini toplum içinde eksiye geçen değerlere bağlamışlardır ama yukarıda dediğim gibi bilinçaltında bayramların eski tadı vermeyişi suçu bayramlara yüklenmiştir.
Peki, hiç düşündünüz mü biz çocukken bayram geceleri niçin Şeb-i Yelda olurdu? Başucumuzda sabaha giyilmeyi bekleyen gıcır gıcır giysilerden mi? Elimize poşeti takıp şeker toplamaya çıkacağımızdan mı? Yoksa verilecek harçlıklardan mı? Bence hayır, ne kadar masum idiysek o kadar tadı çıkardı bayramların. Dikkat edin hayatın içinde iki çeşit zevk vardır. Şehvi zevk diğeri kalbi zevk. Meşru kılınanları hariç iki zevki bir arada tadamazsınız. Birini tadınca diğeri tadından kaybeder. Daha doğrusu birini alınca onun tadı diğerinin tadını kaçırır.
Hayatın şehvi zevkleri dilimize, kuvve-i zaikamıza musallat oldukça kalbi zevklerimizin de tadı kaçar oldu. Acaba bundan mıdır; Mushafın gül yüzünü açınca yüzümüze güneşlerin doğmayışı? Oysa Mushafın gök kokan ayetleri kalbimizi gıdıklamalıydı. Acaba bundan mıdır; Abdest uzuvlarımızdan damlayan yaşlar seccademize çağlayandan dökülür gibi boşaldığı, alnımız Allah`a en yakın olunan yerde ahd ettiği halde kalbimizde huşuların harekete geçmeyişi? Oysa secde halinde “Subhane Rabbiyel Azim” dediğimizde zillet halimiz bizi izzet semasına çıkarmalıydı.
Sebep sonuç ilişkisinde ele alırsak Ramazanını yaşayamadığımız bir bayram, kurbanı olmadığımız bir bayram ilişkisini gözden kaçırmamalıyız.
Eski bayramlar derken unutmamalıyız ki; bayram bir heybedir. İçine ne azık doldurursak onu soframızda buluruz. Dolayısıyla bayramlarını eskiden olduğu gibi şen ve mübarek bulamayanlar biraz da heybelerine bakmalıdır.
Dense ki; sosyal hayata yansımasında, bayram ziyaretlerinde, bayram heyecanında eskiye nazaran trend azalması vardır. Derim ki; doğrudur. Biz bunu kabul etmekle beraber bunun sorumluluğunun bayramlara yüklenmesine itiraz ediyoruz. Sosyal yaşantıda bireyler birbirinden uzaklaştıkça bu, her alanda topluma yansıyor. Bayramlar da bundan nasibini alıyor. Bayramlar insanlardan nasibini almayınca insanları da nasiplendirmiyor.
Bu sebeple ne olursa olsun bayrama dair duygularımızı yenilemeli, her bayramı ilk bayram heyecanıyla karşılamalı. Hani çocukken bayramlığımız başucumuzda sabahı beklerdik ya! Bayramları öyle beklemeli. Bayramı hoş etmeli ki, hoş gelebilsin.
Bu vesileyle şimdiden Ramazan Bayramınızı tebrik eder salih bir ömre, ihlâslı bir sona vesile olmasını dilerim. Ümmetin paramparça bağrında bir hançer gibi saplı tefrikaların, işgallerin, zulümlerin… son bulması, yerine vahdetin, selametin, güvenliğin… ikame olması duasıyla.. BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN
SELAM VE DUA İLE