Öncelikle şu haberi bir okuyalım;

“450 yıllık medrese turizme kazandırılıyor

Van`ın Gürpınar ilçesine bağlı Güzelsu köyünde bulunan 450 yıllık Hasanbey Medresesi restore ediliyor. Kentteki tarihi yapıların inanç turizmine kazandırılması amacıyla Van Valiliği tarafından başlatılan çalışma kapsamında, 1563 yılında, Güzelsu köyünde yaptırılan Hasanbey Medresesi, restorasyon programına alındı. Medresenin, restorasyonun tamamlanmasının ardından turizme kazandırılacağını belirten Vali Karaloğlu, kentin tanıtımına büyük önem verdiklerini, bu kapsamda da özellikle tarihi ve dini yapıların restorasyonuna ağırlık verildiğini ifade etti.”

 Haber tararken okuduğum bu habere zihnimden verdiğim ilk tepkiyi sizin için naçizane bir köşe yazısı olarak derleyeyim istedim. Zihinsel bir tepkinin yazıya dökülmesi esnasındaki kusurlar affola:

Biliyorsunuz Doğu ve Güneydoğu medrese geleneğinin başkenti mesabesindedir. Asırlarca bölge medreseleri toplum üzerinde aktif etkimede bulunmuş, bölge halkını takvaya, fazilete, erdeme kanalize etmiştir. Bundandır ki, medreseler rejimin baş hedeflerinden biri olagelmiştir.

Bu ara paragrafı atlayıp haber eksenli konumuza gelirsek;

İnanç Turizmi diye bir kavram geliştirildi son yıllarda. Eskiden turistleri Hitit, Urartu, İyonya, Bizans gibi kavimlerden kalan kalıntılara çeken, buraları turistle doldurup para kazanan, heykelleri, tapınakları, saray kalıntılarını gezdiren rejim İnanç Turizmi adı altında müslümanlara ecdadından kalan İslami ve tarihi mekânlara turist çekmeye başlamıştır. Hani; “Efes Antik Kenti, Hierapolis, Zeugma… gibi yerleri göstere göstere cazibesini bitirdiler de taze para kaynağı olması açısından İslam bu topraklara girdikten sonra bina edilen tarihi eserleri keşfettiler. Zira bunlar daha bakir ve henüz taze olduğundan turistleri daha çok çekecektir” deseniz, buna katılırım. Ama eksik oldu der, eklerim;

İnanç Turizmi adıyla turistik bir atılım elbet amaçlanmıştır ama özellikle yabancı turiste karşı bir belge olarak da gösterilmektedir ecdadımızın yadigarı medreseler, camiler, tekkeler… Zira, tarihi eser demek, tarihte kalmış, şu an aktif değil demektir. Bir medeniyet atlamasının, yaşam şeklinin uğradığı değişikliğin, sosyal hayattaki değer yargılarının ters yüz edildiğinin bir belgesi olarak İnanç Turizmi adı altında medreselerimiz, camilerimiz turistik alan yapılmaktadır. Fahiş giyimiyle, gusulsüz ve necis bir halde camilere ve medreselere sokulan turistler Müslüman halkın bağrında bir hançer gibi acı vermektedir. Bundan da acı olanı, medreselerin ve camilerin mimarileri nazara verilerek tarih olarak kanıksatılmaya çalışılmasıdır. Böyle olunca duvarı, kubbesi, şadırvanı tarih deyip ruhunu da tarihte bırakıyoruz. Bu asırlar önce el yazısıyla yazılmış bir Kur`an`ı sadece tarihi kaydıyla ele alıp, bütün değerini yıllanmış olmaklığına bağlamak ama Kur`an`ın ruhunu karartmak gibi bir şey.

“Aaa! Ne muhteşem bir mimari” denilip geçilen bir medresede verilen ilmi, feyzi, dağıtılan takva ve müslüman halka kazandırılan isimleri göz ardı ederek geçmek ne acınası bir haldir! Turist kafilelerini Efes Harabelerinde gezdirip “İşte tarihte şöyle bir kavim burada böyle böyle yapmıştı” demek gibi bir hale geldi durum.

Kimse inkar edemez ki, İslami kurum ve kuruluşlar bulundukları toplumun ıslah edicisi, huzurunun kaynağıdır. Bu nedenle, medreselerin duvarlarını restore edip İnanç Turizmine kazandırmak yerine medrese ruhunu restore edip halka kazandırmak şarttır. Bu da halkına karşı sorumlu devletin vazifesidir. Zira medreseleri kapatıp tarihe çeviren kendisidir. Yok bunu yapmayacaksa buna hazır hizmet erlerinin önü her türlü açılıp hatta maddi desteklerle bu sağlanmalıdır. Ya değilse tarih eseri diye ecdad yadigârlarına abdestsiz-gusulsüz ecnebileri sokup içimizi acıtmamalıdır…

SELAM VE DUA İLE