Tarihteki en eski okullar ‘mabetler`dir dersek yanlış olmaz. İnsanlık  mabetlere çok şey borçludur. Bugünkü teknik ilerlemelerin, bilimsel buluşlar ve ona bağlı gelişmelerin hemen hepsinin esas ana kaynağı semavî dinlerin yaymış olduğu hakikatlerdir. Bilgi, zaman içinde farklı kollara ayrılmış, değişik isimler ile adlandırılmıştır. Semavî dinlerin mabetleri olan Havra, Kilise ve Cami`ler ilim ve bilginin oluşmasında ve yayılmasında çok önemli görevler ifa etmişlerdir. Tarih öncesi ve sonrası bir çok ilim merkezinin kurucuları aynı zamanda  birer din bilginidirler. Antik dönemde ‘filozof` veya ‘bilge` diye anılan bazı şahsiyetlerin bir peygamber olma ihtimali de yok değildir. Kısacası bilgi, aslı itibariyle din kaynaklıdır. Din ile bilim farklı şeyler değil, belki bir hakikatin değişik üsluplarla ifadesidir. Hiç bir gerçek ilim adamı da, dinî ve dinî değerleri inkar etmemiş, bilgi ile inancın bir bütünün ayrılmaz parçaları  olduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber ilim dünyasında ‘inkar` düşüncesinin çok sınırlı sayıda istisnaları da olmuştur.

İslam dünyasında olduğu gibi batı dünyasında da bir çok ünlü üniversitenin aslı ve ilk başlangıcı bir mabettir. Avrupa`nın hemen bütün tarihî üniversiteleri kuruldukları dönemde kilise ile bir bütünlük içindedirler. Bundandır ki bugün batı üniversitelerinin komplekslerinde sosyal alanlar kadar bu tarihi kilise binaları da vardır.

‘İslam aleminde de El- Ezher(Kahire-975) Kayravan, Kurtuba ve Gırnata gibi meşhur üniversitelerin asılları da camidir. Endülüs`te birer ilim merkezi olan camiler, Avrupa`yı reform ve rönesans`a taşıyan ışığın kaynakları olmuşlardır. Ortaçağ  avrupası, Galile, Kopernik, Nevton gibi ünlü bilginlerin düşüncelerine, Müslümanlardan alınmış düşünceler oldukları için şiddetle karşı çıkmış ve bu bilginler bu sebepten suçlu bulunmuştur. Endülüs camilerinin doğurduğu bu üniversiteler Avrupa ortaçağ karanlığının dağıtılmasında çok önemli etkiye sahiptirler.

İnsanlık tarihinde mabet ve okulun ayrılması  elbette ki önemli sorunlar doğurmuştur. Bilginin dinî ve dinî olmayan diye kategorize edilmesi, ‘ateizm` başta olmak üzere bir çok ‘mülhit` düşüncenin doğmasında etkili olmuştur. Diğer yandan sadece dini bilgi ile yetinen kesimde de bir donukluk ve ‘taassup` ortaya çıkmıştır. Bizde Tanzimat`la beraber medreselerden pozitif bilim dersleri kaldırılmıştır. Aynı ailenin ikiz kardeşleri olan ‘ilim` ve ‘inanc`ın bir dönem malum  kavgaları, özellikle Avrupa`da bir çok sıkıntının  yaşanmasına sebep olmuştur. İslam dünyasına da sirayet etmiş bu kavganın etkileri daha az kalmış olsa da, günümüze kadar devam eden bazı sıkıntıların kaynağı olmuştur. İlim ve inancın, okul ve mabedin birbiriyle bağdaşmaz şeyler olduğu yanlış kanaatinin ortadan kaldırılması ve bunun sonucu olarak tarihte yaşanmış olayların tekrar yaşanmaması için mabet ile okul arasında oluşturulan yapay duvarların tamamen kaldırılması gerekir.  Üstad Bediüzzaman ilim ve inancın karşıt konumlarda gösterilmesinin tehlikesini hemen fark eden alimlerimizdendir. Bunun aşılmasının yolu olarak da Kürdistan`da hem dinî hem de pozitif bilimlerin beraber okutulacağı ‘Medresetü`z-Zehra adını verdiği projesinin gerçekleşmesi için dönemin idarecilerinden yardım talep etmiştir.

İslam dünyasında cami, Selçuklular döneminde kurulan ünlü Nizamiye medreselerine kadar genel olarak eğitim ve öğretimin merkezi olmuştur. İslam medeniyetinin en ünlü simaları bu dönemde yetişmiştir. Dört büyük müçtehit imam başta olmak kaydıyla yüzlerce fakih, camilerde okumuş ve ilimlerini de buradan yaymışlardır.  İslam âlemi bugün hâlâ o alimlerin bıraktığı ilim mirasını tüketmektedir. Cami`nin nur saçan, irfan yayan bir merkez olma durumundan çıkarılıp sadece namaz kılınan mekanlar olarak görülmesi medeniyetimizin kalbine indirilmiş ölümcül bir darbedir.

Camilerimizin bu asli görevlerini yapmaktan uzaklaştırılmaları, özellikle son üç asırda dinamizmden ve hayattan kopuk bir fıkıh anlayışının nemalanıp  arz-ı endam etmesini de doğurmuştur. Osmanlı`nın askeri gücüne eşlik edemeyen denk bir dini-ilmî  anlayış, koca imparatorluğun akibetini hazırlayan en önemli sebep olmuştur. Her alanda kendi değerlerini ve o değerleri taşıyan kurumları zamana karşı koruyamayıp yenileyemeyen Müslümanlar, tarihlerindeki en büyük yenilgilerinden birini yaşamışlardır.

Şimdi bugün yapılması gerekenlere de bir iki cümle ile temas edelim. Bugün yapılması gereken en acil iş, camilerin birer okuma ve bilgi merkezlerine dönüştürülmesidir. Bu iş, hali hazırdaki şartlarda zor bir iş de değildir. Bence diyanet mevcut imkanlarıyla bunu yapabilecek güçtedir. Şayet bugün eldeki imkanlar bu yönde kullanılmaz da mevcut durum değiştirilmez ise yarın çok feci sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmazdır.

Evet ‘yiğit düştüğü yerden kalkar`. Biz Müslümanlar ilimden uzaklaşarak, ilmî kurumlarımızı ihmal ederek bu duruma düştük. Camiler, inancımızı ve medeniyetimizi taşıyan vasıtalardır. Onları yenilemeden, tekrar o asli hüviyetlerine kavuşturmadan düştüğümüz yerden kalkamayacağımızı anlamamız lazım.