Tarihi camilerimiz mimari açıdan gerçekten çok hoş ve nadide eserlerdir. İbadetin huşu içinde ifa edilişine göre yapılandırılan bir mimari söz konusudur. Üsküdar`ın ufak mescitlerinin içine girdiğinizde çıkmak istemezsiniz. Selatin camilerinin hepsi de hem gözü, hem de gönül ve duyguları okşayan fiziki bir boyuta sahiptirler. Ne yazık ki Cumhuriyet`le birlikte, özellikle yetmişli yıllardan sonra şehirlere göçün başlamasından itibaren halkın gayretleriyle yapılan camilerin hiçbir sanat değeri yoktur. Birer beton yığını olan bu cami ve mescitlerin yeniden inşa edilmeleri de bir ihtiyaçtır.  Zira yapı malzemesi olan betonun ömrü çok kısa. Mabetlerin yapı malzemesi beton olmamalı. Taş, öteden beri bütün dinlerin mabetlerinde kullanılmış ana yapı malzemesidir ve asırlarca dayanabilme özelliğine sahiptir.

Diğer bir yandan şehirlerdeki çarpık ve dikey yapılanma günümüz mevcut camilerini daha da boğmuş ve silikleştirmiştir. Bazen birkaç metre yakınınızdaki minareli bir camiyi bile fark edemez durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Cami avlu alanlarının darlığı da önemli bir eksikliktir. Aynı şekilde lavabo ve tuvalet mekânları da çok dar. Eski camiler bu alanda da kıyas kabul etmez derecede farklıdırlar. Cami tuvaletlerinin ücretli olması ise büyük bir ayıptır. Diyanet`in bütün bu konulara acilen çözümler bulması bir zarurettir artık.

Camilerimizin bu türden fiziki eksiklerinin ana temel sebeplerinin başında cami dernekleri gelmektedir. Dernekler, hem cami hem de oradaki görevli imam ve müezzin için en büyük sorun durumuna getirilmişlerdir. Özellikle İstanbul gibi büyük şehirlerde bu sorun kangrenleşmiş bir hal almıştır. Çok az istisnaları hariç, cami dernekleri iyi işler yapmıyorlar ve kimse de bunun hesabını soramıyor. Cami cemaati, derneklerin bu saçma işlerini sorgulayıp takip edecek durumda değil. Bunların işine karışıp başımı ağrıtmaya ne gerek var tavrı hâkim. Çoğu defa tek başına kalan cami görevlisi imam ise,  ya dernek yöneticileriyle uzlaşmayı veya ses çıkarmayıp sükût etmeyi tercih etmek zorunda kalıyor. Çünkü aksi durumda kendisi faturayı pahalı ödemek durumunda kalabiliyor. Dernek yönetiminin müftülüğe bir şikâyet dilekçesi vermesi imamın yerinin değiştirilmesi için kâfi bir sebep olabiliyor. Müftülükler bu konuda maalesef üzerine düşeni yapmıyor, personeline sahip çıkmıyorlar. Görevli bir imam arkadaşım,  bu sebepten ikinci defa yerinin değiştirildiğini ifade ettikten sonra şunu söyledi: ‘Hocam biz imamlar sadece görev yapıyoruz, hizmet yapamıyoruz`. Müftülük de, para toplama dışında ne hizmet yapıp yapmadığımızı sormaz.  Müftülüğün bizden istediği, ‘aman şikâyet gelmesin, dernekle iyi geçinin` demekten başka bir şey değil.

Dernekler ve müftülüklerin cami görevlileri aleyhinde birleşmelerini sağlayan tek şey paradır. Diyanet`te bürokrat tabaka, üsttekilerin gözüne girip terfi etmek için bol paralı işlemler yapması gerektiğini bilir. Dolayısıyla dernek ile din görevlisi arasındaki anlaşmazlıklarda müftüler derneklerden yana tavır koyar.

Diyanet sistemindeki bu çarpıklıktan dolayı yapılan istatistiklerde diyanet personelinin birbirlerine karşı güven ve sevgisinin çok düşük olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Genel olarak camideki din görevlisi imamın, görev yaptığı müftülük ve personeli ile ilgili müspet bir kanaate sahip olduğunu göremezsiniz. Bir din görevlisi imamın emekli olduktan sonra müftülük binasına uğradığına da rastlayamazsınız.

Diyanet`in idareci konumundaki personelini hiç eğitmediği veya göreve seçilme esnasındaki kriterlerin ‘ehliyet` ve ‘liyakat`ten başka şeyler olduğu anlaşılıyor. Bu ve diğer bazı nedenlerden dolayı diyanet, en çok personel kaybeden kurum durumundadır. Kaçacağı başka bir yer bulabilenler hemen ayrılıyorlar. FETÖ yapılanmasına benzer bir yapının diyanette olduğu ve son olarak Mehmet Görmez`in de bu yapı tarafından istenmediği, Görmez`in ayrılışında bu yapının önemli bir etkisinin olduğu söyleniyor.

Müftüler resmi işlemler dışında bir faaliyette bulunmuyorlar. Koca bir ülkede meşhur olmuş, halkın gönlünde yer etmiş bir müftümüz yok maalesef. İstisnai olarak kendini yetiştirip hizmet yapmaya çalışan bazı imam veya vaizlere de nasıl engel olunduğu, yerlerinin değiştirilerek sindirilmeye çalışıldıklarını zaman zaman medyaya düşen haberlerden öğreniyoruz. Kısacası diyanette ‘hizmet` değil, görev yapmayı önceleyen bir zihniyet hâkim. Bunun acilen değişmesi gerekir. Camiyi ve oradaki görevli imamı sevilen, sayılan bir konuma getirmek için bütün imkânlar seferber edilmeli, cami görevlisi imamın sıradan bir memur konumundan çıkarılarak saygın bir konuma getirilmesi için çalışmalar başlatılmalıdır. Bu bapta imam olan kişinin mesleğinin göstergesi bir kılık kıyafet sahibi olmasının mecburi tutulması gerektiğine inanıyorum. Polis memuru nasıl özel kıyafet ve elbiseye mecbur ise imam ve diğer din görevlisi kişiler de özel bir kıyafet giymelidirler. Sakalsız bir imam, vaiz ve müftü olmamalı. Sadece namaz esnasında değil, dışarıda da hafif bir cübbe ve takkesi ile dolaşmalıdır imam.

Dış görünüşten daha önemlisi ise elbette ki iç güzellik, ahlaki olgunluktur. Din görevlisi ‘tuz` gibi çürümeye kokuşmaya engel olabilecek bir birikim ve ahlaki yapı sahibi olmalıdır. Her şeyi bozulmadan koruyan tuz şayet bozulursa işte o zaman yapılacak bir şey kalmaz. Dolayısıyla din görevlisi personelin eğitim ve kalitesi hayati bir önem taşıyor. Saygın bir din görevlisi yetiştirmek diyanetin önceliği olmalıdır vesselam.