Kırk yıllık geçmişe sahip ‘Gülen hareketi` için gelinen noktada söylenmesi gereken çok şey var. Dışarıdan birinin hareketi tahlil etmesi yanında içeriden yapılacak tahlillerin de olayın değişik vecihlerini anlamada, aydınlatmada önemli bir katkı sağlayacağı kanaatindeyim. Genel anlamda birbirine yakın olan İslami cemaatler içinde Gülen gurubunun farklı bazı özellikler taşıdığını da unutmamak gerekir.
Gülen`i hiç görmemiş, onun gurubuyla da hiç ilişkisi olmamış biri olarak bu konuda konuşmanın zor olduğunun farkındayım. Detaylara inmeden hareketin çok kısa bir özgeçmişi ile beraber bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağım.
Gülen adını ilk kez 1975 yılında duymuştum. O dönemin Nur cemaati mensuplarının ‘Fethullah Hoca cemaati dinlemiyor, tek başına hareket ediyor` tarzında eleştiriler yönelttikleri bu zatın daha sonra cemaatten ayrıldığını duymuştuk. Mensup olduğu camiadan ayrılan “hocaefendi” artık kendi adıyla anılacak bir hareketin başındaydı.
Gülen`i yetmişli yılların sonuna doğru şöhret derecesinde tanıtan verdiği vaazları oldu. Vaaz kasetleri hemen her yerde dinleniyordu. Çarpıcı örneklerle işlediği konular ilgi topluyordu. Daha sonra anlatımı görsel olarak sunan videolu kasetlerdeki ağlama görüntülerinin birçok insanın bu harekete ilgi duymasına sebep olduğunu düşünüyorum. Hocaefendi hem ağlıyor hem de coşturup ağlatıyordu.
Peşinden yurt ve öğrenci faaliyetleri ve üniversitelere öğrenci yerleştirmek amaçlı dershane çalışmaları geldi. Yoğun bir tempoyla devam eden çalışmalar gıpta edilecek bir gayret ve fedakârlıkla hızla ilerliyordu.
12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra Gülen`in duvarlara yapıştırılmış resmini gördük. Çoğunluğu aranan sol militanlara ait duvarlardaki bu resimler arasında hocaefendinin resmini görenler şaşırıyordu. Hocaefendi ‘şeriat istediği için` aranıyor yorumları yapılıyordu. Bu aranmanın gerçek sebebini bilmiyorum, ama genel olarak askeri darbecilerin dini faaliyetler yaparak etrafına kalabalık toplayan kişileri korkutmak amaçlı politikaları hep vardır. 12 Eylül cunta yönetimi de bunu yaptı. Ancak “Hocaefendi”nin yakalandığını ve bir ceza aldığını duymadık.
Daha sonra meşhur Sızıntı dergisi ile başlayan medya faaliyetleri. Yurt ve dershanecilik çalışmalarının Türkiye`nin dört bir yanına yayılması. Özal ve takip eden diğer dönemlerde siyaset ve ekonomi çevreleriyle karşılıklı çıkara dayalı kurulan ilişkiler, “cemaati” hem tanıttı hem de güçlendirdi.
Seksenli yılların başından beri başlayan kadrolaşma ve devlet kurumlarına sızma hareketi engelsiz bir şekilde devam etti. Sanki gizli bir el bunu böyle istiyor gibiydi. Yargı, polis ve en son ordudaki kadrolaşma AK Parti döneminde hat safhaya vardı. İktidar partisi içinde bu hareketin hamisi durumunda önemli şahısların olduğu da her kesin malumu bir şey.
Hareketin eğitim alanındaki başarısı, eğitim camiasında rakipsiz duruma gelmesi kendisine imkânlar sunan önemli kaynaklardan oldu. Gülen hareketini diğer dini cemaatlerden ayırt ettiren temel ana özelliklerin en önemlisi eğitime verdikleri önemdir diyebiliriz.
Sosyal faaliyetleri her alana yayılan “cemaat” artık küresel ölçekte bir güç olma yolundaydı. Dünya düzenine ayak uydurmak noktasında da diğer dini cemaatlerden farklı tavırlar sergileyen hareket, kısa dönemde yüzlerce ülkede yönetim kadrolarını yetiştirecek olan seçkin eğitim kurumlarının sahibi oldu.
AK Parti ile ilk dönemler iyi olan ilişkiler daha sonra bozuldu. AK Parti, altının oyulduğunu geç fark etti. Gülen, ABD ve Batı`nın Erdoğan`ı tasfiye niyetini fırsat bilerek Türkiye`de yönetime el koymaya karar verdi. Planlanan bu kanlı 15 Temmuz darbe girişiminin bir CIA oyunu olduğundan zerre kadar şüphe etmiyorum.
Peki, Gülen bu kanlı darbe girişimi senaryosuna neden ve nasıl alet oldu? Bu sorunun cevabı bulunmadan olup biteni izah edebilmek oldukça güçtür.
Gülen`in nihai hedefinin ne olduğu konusunda net bir şey söylemek oldukça zor. İslami bir yönetim şekli istediğine dair en ufak bir işaret elde bulunmuyor. Zaten yıllardan beri hep sivil ve barışçı bir İslam düşüncesi görüntüsünün öncülüğünü yapıyordu. ABD`nin onu koruma altına almasının esas sebeplerinden biri de budur zaten.
Peki, Gülen`in AK Parti ile yıldızı neden barışmadı? Bu konu etrafında söylenecek çok şey olabilir. Gülen`in dünyaya ve İslam`a bakış açısı Erdoğan`ın geldiği Milli Görüş hareketinden farklıdır. Aslında Gülen gurubunun kendisi dışında kalan hiç bir İslamî harekete yanaşmadığı ve olumlu bakmadığı da bilinen bir şey.
Erdoğan ve hedeflerini kendi hedefleriyle çakışır gören Gülen`in, bu konuda ABD ile ittifak etmesi sonunu getirdi diyebiliriz. Bu saatten sonra Gülen`in darbe teşebbüsünü inkâr etmesinin inandırıcı bir tarafı kalmamıştır. Düştüğü bu büyük hata kendisi ve çok büyük emeklerle oluşturduğu gurubunun sonunu getirdi diyebiliriz. Artık “Gülen hareketi” bu olaydan sonra parlayan değil, sönen bir yıldızdır.
Dini eğilimleri aşikâr olan bir hükümete karşı ABD gibi şeytani bir güçle ittifak halinde olmak vahametin ötesinde hıyanettir. Bu hatanın düzeltilme ihtimali de artık kalmamıştır. Gülen ilk dönemler aşkla ve heyecanla ağlattığı kitlesini bu defa hasret ve pişmanlıkla ağlatmıştır.
İslam âleminin umudu durumundaki bir ülke olan Türkiye ve muhafazakâr hükümetine darbe yapma girişimini meşru ve makul kılacak hiçbir sebep yoktur.
Gülen artık toplum hafızasında rahmetle değil, nefretle anılacak duruma geldi. Doğrusunu söylemek gerekirse buna kendisi ve yaptıkları sebep oldu. Peşinden safiyane bir şekilde yürümüş kitlenin önemli bir kısmı şimdi mağdur durumdadır. Hükümetin bu kesimin mağdur olmaması için gerekli önlemleri alması insani bir ödev olduğu kadar kendi maslahatınadır da.
Allah daha beterinden saklasın ve bir daha böylesi durumlara hiçbir Müslümanı düşürmesin.