Terör ve şiddet Türkiye`nin en büyük sorunu haline getirildi. Sorunu çözme konusundaki ihmal ve yanlışlıklar işi içinden çıkılamaz şekle dönüştürüp kilitledi. Seksen öncesi sağ-sol terörü, 12 Eylül askeri darbesinden sonra devlet-pkk arasındaki çatışmaya evrildi. Uzun yıllardan beri süren çatışmalarda meydana gelen can ve mal kaybı çok yüksek rakamlara vardı.

Son olarak PKK tarafından icat edilen şehir savaşları ile harabeye dönen güzelim şehirlerimiz ve bunun akabinde ülkenin büyük şehirlerine yayılan korkunç şiddet saldırıları...

Yerinden yurdundan göç etmiş yüzbinlerce insan, evlerinin nerede olduğunu arayıp da bulamayanlar, tedirgin bir halk ve adı terör saldırılarıyla anılmaya başlayan bir ülke...

Bütün bunlara ilaveten çözümün şiddette olabileceği efsanesine inanmaya devam eden taraflar.

Şimdi, yüzyıllık geçmişi olan bir sorunun çözümünden söz ediyorsak, işin ne kadar ciddi olduğunu da bilmemiz gerekir. Bu bilinçle sorunun ele alınması, bütün boyutlarıyla masaya yatırılarak hal çaresinin aranması gerekir. Şu zamana kadar sorunun siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutları ile kapsamlı ve temelden ele alınma imkânı oluşturulamadı. Mesele kendi hakikatiyle görülmediği, görülmek istenmediği için çözüm bulunamadı. Tek seçenek olarak sunulan askeri çözümün iflas ettiği ortada iken bunun yeniden öne çıkarılması düşündürücü ve bir o kadar da üzücüdür.

Önce meselenin temelini oluşturan konularda yapılması gerekenleri doğru bir şekilde tespit etmek ve bu doğruları açık yüreklilikle, herhangi siyasi bir kâr veya zarar hesabı gözetmeden ortaya koymak gerekir. Bir ülkede on binlerce insanın kanına mal olmuş bir sorun hakkında konuşulamıyorsa, konuşanlar terör destekçisi ve hainlikle suçlanıyorsa sorun çözülmek istenmiyor demektir. Böylesi bir tavır, sorunu çözmek yerine daha da büyümesine hizmet eder ancak.

Türkiye`deki Kürt sorununa yaklaşım açısından AK Parti hükümetinin ilk dönemdeki tavrı ile bugünkü tavrı arasında büyük farklılık ve bariz çelişkiler olduğunu belirtmek gerekir. Meselenin hem tanımlanma, hem de çözümü noktasında gelinen yeni durumun taşıdığı tutarsızlıkları söylemeye gerek var mı? Önceleri, sorununun varlığı kabul edildi ve çözümü konusunda önemli bazı adımlar atıldı. Bu adımlar eskiye kıyasla cesurca ve umut vericiydi. Şimdi ise bunun aksi istikamette seyreden bir söylem hâkim olmuş durumda.

 AK Parti`nin Kürt sorunu ve diğer bir çok alanda gerçekleştirdiği başarıları kimse inkar edemez. Ekonomik alanda sağlanan başarılar, dini özgürlükler ve azınlıkların haklarının kabulü sahalarında başlatılan ve büyük heyecan uyandıran hamleler maalesef tamamlanamadı. Özellikle Kürt sorununda iki yıla yakın süren çözüm sürecinin anlaşılmaz bir şekilde bitirilmesinden kimin sorumlu olduğunu burada tartışmayacağım. Zira PKK ile derin devletin bu konuda birbirlerinden farklı düşünmedikleri bilinen bir şeydir. İşin anlaşılmaz tarafı, AK Parti`nin de bu aktörlerden etkilenerek askeri çözümde karar kılması veya buna zorlanmasıdır. AK Parti`yi bu tavır değişikliğine mecbur kılan faktörlerin başında PKK geliyor elbette. Bu örgüt başından beri şiddeti kutsadı; şiddet ile eşleşmiş bir yapıyı koruya geldi. Bundan sonra değişme göstereceği konusunda da umut vermiyor. Ancak PKK`nin bu tavrına karşılık, Kürt sorununun çözümü sadedindeki adımların ona bağlanarak geciktirilmesin de bir başka yanlıştı.  Hastanın tedavisini hastabakıcı veya refakatçisi ile ilişkilendirmek ne kadar anlamsız ise, Kürt sorununun çözümünü de PKK`nın atacağı adımlara bağlamak o kadar mantıksızdır.

Kürt sorununda tekrar askeri çözüme dönülmesi konusunda en önemli bölgesel faktör, şüphesiz Suriye meselesi oldu. Suriye`de süren iç savaş bölgede birçok yeni sorunlar doğurdu ve doğurmaya da devam ediyor. Türkiye açısından Suriye meselesinin en olumsuz sonucu, PKK`nın devamı PYD`nin burada bir statü talebiyle silahlanması ve dünyanın iki büyük devleti (ABD ve Rusya) tarafından desteklenmesi oldu. Suriye konusunda uygulanan dış politikanın iflası Türkiye`yi askeri seçenek dışındaki tercihlerden mahrum etmiş görünüyor.  PKK`da, Irak ve Suriye`de elde ettiği mevziler, uluslararası elde ettiği direk ve dolaylı desteğe güvenerek şehir savaşı başlattı. Çok büyük kayıplara aldırış etmeyen bu örgüt, şimdi Türkiye`nin büyük şehirlerinde gerçekleştirdiği saldırılarla ‘daha bitmedim` mesajını vermeye çalışıyor.

Kimse çözüm sürecinde PKK`nın neden yegane muhatap olarak alındığı, şehirleri savaş için hazırlamasına niçin göz yumulduğunu sormuyor. Bugün de şehirlerin temizlenme adına neden harabeye çevrildiğini kimse soramıyor, sorgulayamıyor. En son Askere koruma sağlayan karar ile hukuki açıdan da işin sorgulanmasının önü alınmış durumda.

AK Parti cenahında meydana gelen askeri çözüm ağırlıklı yaklaşımın sebepleri üzerinde durmak gerekir. Sorunun sadece bir terör sorunu olduğu, Kürtlerle bir sorunun olmadığı söylemine nasıl ve niçin geri dönüldü? Bu söylem PKK`nın ve şiddetin bitmemesine hizmet eden bir söylemdir ve maalesef AK Parti`yi etkisi altına almıştır. Bazılarının dediği gibi iktidar partisi MHP`nin ideolojisine meyletmiş görünmektedir. Yani Kürt sorununu var eden ideolojiye.

Evet, AK Parti`nin dış politika ve Kürt sorununda durduğu yer, geçmişi ile çelişkili bir hal arz etmektedir. Komşu ülkelerle ‘sıfır sorun` noktasından bütün komşularla sorunlu hale gelindi. Kürt sorununa ‘barışçı çözüm`den askeri çözüme dönüldü. Bunun AK Parti`nin kendi kararı mı, yoksa onu zorlayanların kararı mı olduğu tartışılabilir. Ancak bunun hem ülke, hem de AK Parti için kalıcı hiç bir fayda getirmeyeceği tartışılmayacak bir hakikattir.