İslam, batılı anlamıyla sadece kuru ‘inanç`tan ibaret bir din değildir. Toplum yaşamını ilgilendiren maddi ve manevi alanın hepsi İslam`ın kapsamındadır. Diğer bir ifade ile Müslüman, hayatının her adımında İslami ölçüleri gözeten kişidir. Yeryüzündeki canlı organizmaların varlığını sürdürmesi için gereken ana unsurlar ne kadar önemli ise, fert ve toplum hayatının devamlı ve dengeli olabilmesi için de İslam o kadar önemli ve hayatidir. İslam, özü itibariyle teslimiyettir ki, bu anlamıyla bütün bir evrenin de tabiî dinidir. İnsanın, yaratıcı kudretin karşı konulmaz iradesine uymayı bilinçli olarak kabul etmesinin adıdır Müslümanlık.

Müslümanlar arasındaki ‘birlik` düşüncesi İslam`ın yüce kitabı Kur`an`a dayanmaktadır. Kur`an müminlerin kardeş olduklarını, ilâhî emirlere uyarak ayrılığa düşmemelerini emrediyor. ‘ Hepiniz toptan, Allah`ın ipine (Kur`an`a) sımsıkı sarılın bölünüp ayrılmayın.` (Al-i İmran.103) Toplumsal yapı da birlik ve beraberliği zorunlu kılar. Özellikle çağımızdaki mevcut şartlar bunu daha bir zorunlu hale getirmiştir. Sömürgecilik döneminden bu yana biz Müslümanlar, parçalanmışlığın ve doğru dürüst bir birlik oluşturamamanın acı ve ağır faturasını çekmekteyiz.

İslam birliği elbette bir ütopya değildir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de toplumlar ve devletler belli amaçlar doğrultusunda siyasi, ekonomik ve dini sâiklerle birlikler oluşturmuşlar, oluşturmaya devam ediyorlar. Herkes için makul ve imkân dâhilinde olan bir şey, Müslümanlar için neden gayr-ı mümkün olsun?

Dinleri bir olan toplumların kendi aralarında birlik oluşturmaları çok daha kolaydır. Tarihin en büyük ittifakları dinî referanslar üzerine bina edilmişlerdir.   Hem İslam ülkeleri sadece dini olarak değil, coğrafi, tarihi ve kültürel anlamda da birlik oluşturmanın en uygun örneğini ortaya koyabilecek bir altyapının sunduğu avantaja da sahiptirler. Yekpâre bir coğrafyanın yanında birlik oluşturmayı gerekli kılan onlarca gerçek neden var. Yani un var, süt var, şeker var. Neden güzel bir tatlı yapılamasın?

İslam birliği gündeme geldiğinde ‘bu iş olmaz` diyenler, ya cahil dostlar ya da hasetçi düşmanlardır. Batı Haçlı dünyası, öteden beri İslam`a ve onun birlik olmasına karşı duran en büyük hasımdır. Batı`nın günümüzdeki temsilcisi durumunda olan ABD ve AB, İslam dünyasının birlik olması önündeki engellerin başında gelmektedir. Ancak İslam dünyasındaki birlik idealinin önünde duran bu dış engeller önemli olmakla beraber, engellerin en yamanı bizim kendi içimizde olanlarıdır. Müslüman dünyayı kasıp kavuran cehaletin peydahladığı ‘mezhepçilik` ve ‘ırkçılık` hastalığı, ümmetin birlik olma yolunu tıkayan ve muhakkak ortadan kaldırılması gereken iki tehlikeli manidir. Bu iki engel bertaraf edilmeyinceye kadar kalıcı ve hakiki bir birlik kurulamaz. Bu çok önemli işi de, ancak ciddi bir İslami eğitim ortadan kaldırabilir. Yani Kur`an-ı Azim`in o ilk emri olan ‘Yaradan Rabbinin adıyla oku` fermanına tâbi olmamız gerekir.

Farklı mezhep, meşrep ve ırklara duyulan aidiyet konusunda yanlış anlaşılmayı önlemek için şunu belirtmeliyiz ki, tehlike arz eden şey, her hangi bir  ‘mezhep` veya ‘ırk`ın varlığı veya ona duyulan aidiyet değil; asıl tehlikeli olan, bu aidiyeti suiistimal edip kendi dünyevî amaçları uğruna kullanmaktır. Ve maalesef bugün yaşadığımız acıların kaynağı bu suiistimaldir. Özellikle maddi çıkarlarını korumak isteyen devletler ve iktidarlar dini ve mezhebi kullanıyorlar. Bugün olduğu gibi dünkü tarih de bu iğrenç fiilin örnekleriyle doludur. Korkunç örnekleri Avrupa`da yaşanmış bu inanç sömürüsü ‘din kitleleri uyuşturan afyondur` tepkisine neden olmuştur. Cahil ve çıkarcı din adamları da bu suiistimalin ortaklığını yapmışlardır. ‘Zındığın boynu vurula, eşkıyanın kökü kazıla` diye verdikleri fetvalar ile tarihin sayfalarını kana bulamışlardır. Hâsılı siyasi güç ve otorite, hasımlarını yenmek için onları şeytanlaştırmak gereği duyar. Kedi, yavrusunu yemek istediğinde onu fareye benzetirmiş. Mesele tam anlamıyla maalesef böyle... Evet, mezhepler; değişik yorumlar, farklı bakış açılarının sonucunda ortaya çıkmış mekteplerdir. Bütün mezhepleri ve ırkları bire indirgemek ne gerekli ne de mümkün olan bir şeydir. İlâhî kudretin nişanı, değişik hikmetlerin tezahür vesileleri olan farklılıkları ‘tek`e indirmeye çalışmak fıtratla savaşmak demektir. Farklı mezhep, ırk ve unsurlar, hayatın tabii akışı içinde yer alan, olması gereken renklerdir ve ümmet için rahmet ve bereket vesileleridir. Ancak cehaletin galebesi neticesinde bu güzel vesileler azap ve felakete dönüştü maalesef. Bugün çok tehlikeli bir mezhepçilik ve ırkçılık tehlikesi ile karşı karşıyayız. Yıllardır Irak, Suriye, Pakistan, Yemen ve Lübnan`da olup bitenler bu pis oyunun sonucudur. Yabancı güçlere sırtını dayayan bazı bölge ülkeleri mezhep adına kardeşkanı akıtmaktadırlar. Ne yazık ki bu ateşin cehennemi bir felakete dönüşme tehlikesi gün geçtikçe artıyor. Acil önlem alınmadığı taktirde bu ateş hepimizi yakacaktır.

Geçen hafta İstanbul`da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi`nin açılış konuşmasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan`ın ‘Benim dinim Sünnilik de değildir, Şiilik de değildir. Benim dinim İslam`dır.` şeklinde konuyu gündeme getirmesi ve birlik çağrısı yapması önemlidir. Bu tür ifadeler İttihad-ı İslam idealine gönül bağlayan her Müslümanı heyecanlandırır; susayan insanın su sesinden duyduğu umut ve heyecanı yaşatır. Umarım gördüğümüz hissettiğimiz sudur, serap değildir.